24 Haziran 2016 Cuma

UNUTULMAZ ÖNGÖRÜSÜZLÜK ÖRNEKLERİ

1) Artık yeni hiçbir şey yok . İcat edilebilecek her şey icat edildi. (Charles Duell - Amerikan Patent Dairesi Başkanı, 1899 )
2) Telefon ,Çok güzel bir buluşa benziyor ama Tanrı aşkına bunu kim, niye kullanmak istesin ki?”(Rutherford B. Hayes - ABD Başkanı. 1876)
3) Çevreciler boşuna endişeleniyorlar. Bir nükleer enerji istasyonunun bir yıllık atığını, masanızın çekmecesinde bile saklayabilirsiniz.(Ronald Reagan - 1980. ABD eski başkanı )
4) Taşıt olarak otomobilin değil ,mücadeleden atın galip çıkacağına inanıyorum. Otomobil sadece gelip geçici bir heves olacaktır. (Alman İmparatoru II. Wilhelm 1905)
5) İnsanların büyük bir çoğunluğu için sigara içmek son derece yararlı ve sağlık açısından faydalı bir şeydir. (Doktor Ian G.Macdonald - 18 Kasım 1963. Los Angeles’li uzman cerrah )
6) İnsanların evlerinde bilgisayar bulunması da ne demek. Bence hiç kimsenin evine bilgisayar sokmak için herhangi bir geçerli nedeni olamaz.(DEC şirketi baskanı Ken Olson’un 1977’deki bir açıklamasından)
7) Bilinen cisimlerin hiçbir kombinasyonu, bilinen makinaların hiçbir formu, bilinen kuvvetlerin hiçbir türevi, bir araya getirilerek insanı hava içerisinde uzun mesafelerde pratik olarak uçurabilecek bir makina oluşturamayacaktır. (1800'lerin sonu, ABD Deniz Kuvvetleri Gözlemevi başkanı, astronom Simon Newcomb)
8) Ay'a ulaşmayla ilgili fanteziler kurmaya gerek yok, çünkü Dünya'nın çekim kuvvetini aşmanın bir yolu bulunmuyor.(1932, Chicago Üniversitesi astronomu Dr. Forest Ray Moulton)
9) Karın, göğüs ve beyin, bilge ve insancıl hiçbir cerrahın ulaşamayacağı şekilde, sonsuza kadar kapalı kalacaktır. (1873, ameliyatlarla ilgili olarak, Kraliçe Victoria'nın cerrahı Sir John Eric Ericson)
Derleyen: İnanç Kaya

SACMA SAPAN AMA GERÇEK BILGILER

*Tayvan Başbakanı 2013 yılında, en çok ayakkabı fırlatılan başbakan oldu. *Finlandiyalılar, noel de mutlaka saunaya giderler. *Japonlar, her sene aralık ayında geçmiş yılı unutma partisi düzenlerler. *1649 dan 1660 yılına kadar, Ingiltere`de noel kutlamak yasadışı bir eylem olarak kabul ediliyordu. *Bebeklerin parmak emmesi gibi, fillerin yavrularıda hortumlarını emerler. *Tayland takvimi, bizim takvimimizden 543 yıl geriden gelir. *Filipinler`de horozların ayağına "adidas" denilir. *Amerika`da bir kedi, resmi olarak mahkemeye şahitlik yapması için çağrılmıştır. * 1924 yılında yine Amerika`da bir köpeğe, mahkemece ömürboyu hapis cezası verilmiştir. *Çin`de, kedi ve yılan etinin beraber kullanıldığı bir yemeğin adı " Ejderha, kaplana karşı" dır. *1712 yılında Isveç takviminde 30 şubat vardı. *Norveç`te, yasal olarak her ineğin mutlaka yatabileceği bir yatağı olmak zorundadır. *Nokia firmasının telefondan önceki üretimi, kağit ve lastik çizmelerdi. *Afganistan`da yaşayan sadece bir tane yahudi vardır. *Insanın toplam derisi, iskeletinden daha ağırdır. *Kanada parası, daha dayanıklı olmasi için plastikten yapılmıştır. *Ördeklerin ayakları her zaman soğuktur. Onun için buz üzerinde yürürken, ayakları buza yapışmaz. *Yunus balıkları, hayatlarının %80 ini seks yaparak geçirirler. *Elvis Presley, karatede siyah kuşak sahibiydi. *Izlanda`da bir at, eğer bu ülkeden çıkarsa bir daha geri dönmesi yasaktır. *Avusturya`da yaşayan insanlar, aldıkları nefese karşı maliyeye hava vergisi öderler. *Göl salyangozları dişi ve erkek cinsel organlarına tek vücutta sahip olup, ikisini birden aynı anda kullanabilirler. *Italya`da 1,5 promil alkol ile yakalanan sürücünün arabası açık artırımda satışa çıkarılır. *Yasalara göre, bir Kondom en az 16 cm uzunluğunda olmalıdır. *Mısır`ın Avrupa`da ne işi var bende anlamadım ama 1949 yılında Mısır, basketbolda Avrupa Şampiyonu olmuştur. *Jameikalı bir gazeteci. arkadaşlarının şaka olsun diye kendisi için gazeteye verdiği ölüm ilanını okurken heyecanlanıp ölmüştür. *Dünyanın en uzun çiti, Avusturalya`da çekilmistir. Uzunluğu 5413 km dir.
Kaynak : unnützeswissen
Ceviri ve düzenleme : Inanc Kaya Kizilkaya

UZAY UÇUŞLARINDA DEVRİM YARATACAK BİR ADIM

Bir uzay mekiği yapılması planlanıyor. Özelliği ise katlanabilir kanatlarının olması, 7 kişilik uçuş gerçekleştirebilmesi , 5,5 tonluk gereci uzay istasyonuna taşıyabilir ve 1,7 tonluk çöp ile dünyaya geri dönebilir bir kargo uçağı olarak kullanılabilmesi.
Sierra Nevada ödülünü kazanarak mükemmel şans yakalayan bu tasarımın ( Dreams Chasers ) hayata geçirilmesi için NASA dügmeye bastı. Turistik uzay uçuslarında da, rekabetsiz bir uçak modeli olduğu ve bir uçuşta 7 kişiyi götürebiliyor olması gayet cazip tasarruflar saglaması dikkat çekici özellikler olarak kabul ediliyor.
Nasa sözcüsünün açiklamasına göre bu uçaklar, uzay ulaşımı geleceğinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak. Şimdilik uzay uçuşlarının taksisi olma yolunda en iddiali aday olarak görünüyor.

Bulunduğu coğrafya ya yakışmayan kayaların gizemi,

Yapısı ve bulunduğu coğrafyanın özelliklerine uygun olmayan büyük kaya parçalarının nereden ve nasıl geldiği konusunda yapılan araştırmalar, bilim insanlarını Buzul çağı`na kadar götürdü.
Bu kadar büyük kayaları yerinden oynatıp, sürükleyebilecek bir güç arandı. Buz çağı, yeryüzündeki toprakların %30'undan fazlasının buzlarla kaplandığı bir dönemidir. Günümüzden yaklaşık 2.5 milyon yıl önce başlayan pleistosen döneminde başlayan buzul çağları bundan yaklaşık 10.000 veya 14.000 yıl önce sona ermiş ve içinde bulunduğumuz Holosen çağı başlamıştır.
İşte bu süreçte, kararsız buzul kaymasıyla yer değiştirerek ait olmadıkları bölgelere gelen kopmuş kaya parçaları, buzulların bir zamanlar dünyanın efendisi olduğunun en büyük kanıtı olarak gösteriliyor.
Ceviri ve düzenleme : Inanc Kaya Kizilkaya

GÜNEŞİN 12 MİLYAR KATI YOĞUNLUĞUNDA KARADELİK KEŞFEDİLDİ

Uzayda her yeni keşif, yeni bir soru işaretini getiriyor. Tıpkı bu karadelikte olduğu gibi. Bir karadelik nasıl bu kadar yoğun olabilir ? Bizim bilgilerimizin ve öngörülerimizi altüst eden bir buluştur bu.
Almanya'daki Max Plank Enstitüsü'nde çalışan bilim adamı Bram Venemans ne kendisinin ne de meslektaşlarının bir kara deliğin nasıl bu kadar büyüyebildiğini henüz açıklayamamıyor.
Tahmin edilenler ise, Bilinen fizik kanunlarına göre teorik olarak bu kara deliğin, etrafındaki gazlardan bu kadar hızlı bir şekilde "beslenerek" büyümesi mümkün değil. Pekin Üniversitesi'nde görevli bilim adamı Xue-Bing Wu "İlk galaksiler bile henüz yeni oluşuyorken ve gençken bir kara deliğin böyle bir boyuta gelmesi için çok radikal şeyler olmuş olması gerekir" diyorlar.
Konuyla ilgili bir başka teori de iki kara deliğin çarpışarak şu anki boyutuna gelmiş olması. Ayrica Karadeliğin evrenin ilk başlangıcında oluştuğu tahmin ediliyor. Bizden uzaklığı ise 12,8 milyar ışık yılı. Bilinen hiçbir fizik yasası ile bu durumu henüz açıklayamıyor bilim insanları.
Küçük bir hatırlatma : Karadelik, çok büyük bir kütlenin, çok küçük bir alana sıkışması ile oluşan uzay bölgesidir.
Yakıtı tükenen çok büyük kütleli yıldızlar, şiddetli bir şekilde patladıktan sonra üst kabuğu uzaya dagılırken, çekirdeği kendi icine çöker ve yıldızın çapı birkaç kilometreye düşerek, müthiş yoğunlukta, uzayda bir bölge oluşturur. O bölge artık Karadelik`tir.
Bu tanımın bize birşeyler ifade edebilmesi için örneklendirme şart. Eğer Mars gezegeni, karadeliğe dönüşmüş olsaydı, sadece 1 cm³ lük hacmi olurdu. Dünyamız, eğer bir karadelik olsaydı, büyüklüğü, avucumuza sığacak kadar olurdu. Güneşimizin yarıçapı, yaklaşık 700.000 km dir ve Güneş, eğer bir karadeliğe dönüşmüş olsaydı, yarıçapı sadece 3 km olan bir karadelik olurdu. Yoğunluk o kadar fazladır ki, Güneşimizin karadelik olduğunu düşünsek, ondan alacağımız, bir tatlı kaşıgı kadar miktarın ağırlığı, Everest Dağının ağırlıgına eşit olurdu.
Düzenleyen: Inanc Kaya Kizilkaya

NİÇİN AYNI CİNS HAYVAN YÜZLERİ BİRBİRİNE BENZER İKEN İNSAN YÜZLERİ BİRBİRİNDEN ÇOK FARKLIDIR ?

Bu konu üzerinde araştırma yapabilmek için Berkeley üniversitesinde bilim insanları 40 milyon insanın genlerini ve 10 milyonlarca askerin vücut yapılarını , yüzlerini inceledi.Ayrıca yine bir soruya cevap arandı. Acaba vücut ile yüz gelişimi arasında bir bağ var mı ? Yıllar süren bu araştırmada çıkan sonuçlar ise şöyle özetlenebilinir :
* İnsanın yüz özelliklerinden tek bir gen sorumlu değil. Bu özellikler bir çok gene bağlı bir şekilde kazanılıyor. * Vücut ve yüz organları arasında hiçbir bağlantı olmadığı gibi yüzde ki organlar da birbirinden genetik olarak bağımsızdır. İnsanın kolu uzun ise bacağı da uzun oluyor. Vücutta ki hareketlilik ve oranlar birbirine bağlı bir şekilde evrimleşmiştir. Yüz için aynı şeyi söyleyemiyoruz. * Araştırmacılar aynı zamanda bu çeşitliliğin insanın evrim sürecinde ne zaman ortaya çıktığını anlamak için modern insan ile bir Neanderthal ve insan ırkının eski bir akrabası olan Denisova insansılarının DNA’larını da karşılaştırdı. Buna göre, yeni ve eski DNA’larda, biri çene ile burnun en üst kısmı arasındaki bölüm, diğeri de burun şekliyle bağlantılı iki genin benzer düzeyde çeşitliliğe sahip olması, yüz çeşitliliğinin modern insandan çok daha önce evrimleştiğini ortaya koyuyor. *İnsanlar, hayvanlara göre daha karmaşık toplumsal ilişkiler kuruyorlar. Hayvanlar için sadece ebeveynlerini ve yaşadıkları küçük grubu tanımak önemli olmasına karşı bu insanlarda çok daha geniş bir toplumla iletişim için olması gereken bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Zebralar birbirini çizgilerinin farklılığından tanıyor, bazı hayvanlar ise tanıma işini koku duyularını kullanarak gerçekleştiriyor. İnsanlar ise yüz özelliklerini diğer vücut özelliklerinden çok daha kolay ayırt edebilecek şekilde evrimleşmiştir. Hatta insan beyninin bir bölümü sadece yüzleri tanımak için adeta uzmanlaşmış gibidir. * Birbirimize benzemiyoruz çünkü insanlar , kolay tanımak ve tanınmak üzerine evrimleşmiştir sonucuna varabiliriz.
Çeviri ve Derleme :İnanç Kaya

Lyra kuyruklu yildizi

Lyra ( Lyrids )kuyruklu yıldızının tozları çarsamba günü (22 Nisan 2015) yeryüzüne yağacak ,
Eski inançlara göre, kuyruklu yıldızın kayması ya da tozlarının ışık akımı şeklinde gökyüzünde görünmesi her ne kadar uğur getirdiğine inanılsa da birkaç yüzyıl öncesinden bilim insanları, Lyra kuyruklu yıldızının tozlarının yeryüzüne 22 nisanda düşeceğini hesaplamışlardı. Size kalan ise bu görsel şovu izlemek. Gece 3 ila 5 arasında daha yoğun bir şekilde düşeceği öngörülüyor.
Gökyüzünde çıplak gözle gözlemlenebilen en ilginç olaylardan biri akan yıldız veya kayan yıldızlardır. Kayan yıldız, Dünyaya düşen gök taşlarının (meteor) atmosfere hızla girdiğinde hava sürtünmesi ile ısınıp yanması sonucu gökyüzünde çizgi boyunca hızla giden parlak bir tanecik şeklinde görülmesidir. Genellikle oluşan yüksek ısı nedeniyle gök taşı yeryüzüne inmeden yanıp yok olur. Nadiren ve eğer göktaşı yeterli büyüklükte ise yeryüzüne erişebilir ve düştüğü noktada hasara ve hatta krater oluşmasına neden olabilirler. Böyle bir hasar oluşumu bu seferlik beklenmiyor.
Kuyruklu yıldızlar parçalandığında kopan parçalar yörüngeleri boyunca dağılır. Kuyruklu yıldızların yörüngeleri kendilerinden kopmuş ve yaklaşık aynı hızla hareket eden irili ufaklı göktaşları ile doludur. Dünya Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca ilerlerken bir kuyruklu yıldızın yörüngesinden geçerken bu göktaşları atmosfere düşer. En parlak bir şekilde görmek için, şehir ışıklarının en az bulunduğu karanlık bölgeleri seçmenizde ayrıca tavsiye edilir. Avrupa ülkeleri bu olayı bizden daha net bir şekilde görecekler.

ASTRONOTLARA BÜYÜK JEST

Uluslararası Uzay Istasyonunda konaklamak zorunda kalan astronotların en büyük sıkıntılarından biri de hergün içmeye alışık oldukları kahveden mahrum olmaları idi.
Özellikle Italyan astronot Samantha Cristoforetti, kasım ayından beri uzay istasyonunda yaşamasından dolayı bu eksikliği hissetmiş. Astronotun isteği üzerine harekete gecen Espresso firması, ISSpresso adını verdikleri ,20 kilogram ağırlığında, kapalı fincanlarda, pipet ile içilebilen bir kahve makinasını, uzay istasyonlarında kullanılmak üzere üretti.
Uzay araştırmaları sözcüleri, astronotların moralinin en yüksek seviyede tutulması zorunluluğundan yola çıkarak bu projeyi olumlu bulduklarını ve uzay istasyonlarına yerleştireceklerini duyurdular.

HAYVANLARIN INTIKAMI

Çin'den ilginç bir haber. Bir adam arabasını park etmek için uyuyan köpeği tekmeleyerek kovuyor ve arabasını park edip evine gidiyor. Köpek ise arkadaşlarını toplayıp, arabanın koportasını dişleri ile yamultuyor. Peki neden bu kadar nefret ile yoğrulup ,organize hareket etmeyi öğrendi sokak hayvanları ? Uzmanlara göre cevap, Çin'de sokak hayvanlarının yenmesinden ,şiddet kullanılmasından ve yaşamın çok zor olmasından , kısacası etki çok diyorlar. Tebrik ediyorum sokak hayvanlarını ,hak verilmez alınır !!!
http://m.bild.de/…/weil-mann-ihn-schlug-40130088,variante=S… (İnanç Kaya )

IŞIK HIZI NIÇIN KULLANILIR ?

Çünkü, uzayın akıl almaz büyüklüğü düşünüldüğünde gezegenlerin, süpernovaların ya da yıldızların arasındaki mesafelerin kilometre ile ifade edilmesi komik olacaktır. Bunun yerin mesafeleri “ışık yılı” olarak ifade edilen sabit ile tanımlanır ki, bu da ışığın bir yıl içinde aldığı yol manasına gelmektedir. Dünyamizin içinde bulunduğu en yakın gezegenlerin mesafelerini bile hesaplarken eğer kilometre ölçüsünü kullansaydık sayımızın yanında en az 12 adet sıfır koymamız gerekirdi.
Işık hızı, saniyede yaklaşık 300.000 km dir, Bu miktarın büyüklüğünü anlamak için karşılaştırma yapmamız gerekirse; Bu hızla hareket eden bir tren düşününüz, bu tren bir saniye içinde tam 7 kere Dünya´nın çevresini dolaşabilir.
Işık hızı sabittir, bir ışık demetini ne kadar kovalarsaniz kovalayın, yine de sizden ışık hızında uzaklaşacaktır. Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı gidemez. Çünkü bir şeyin hızı ne kadar artarsa E=mc2 formülünde görüldüğü gibi kütleside o kadar artar ve o kütleyi itmek için sonsuz enerji gerekir ki bu da imkansizdir.
Yazan : Inanc Kaya Kızılkaya

TSUNAMİYE KARŞI, JAPONLAR BETON DUVAR ÖRÜYOR

Neredeyse Antarktika çevresinde buz kütlesinin beşte biri 2003 yılından bu yana kayboldu. İncelme her yıl etkisini daha da çok gösteriyor. Geri dönüs için çözüm yolu yok gibi. Buz kütlelerinin kırılması ve suyun yükselmesi sonucunda oluşacak tehlikelere karşı ise Japonlar, ülkelerine 400 metre uzunluğunda , 14 metre yükseklikte duvar örüyorlar. Proje bütün karşı protestolara rağmen başladı.
Özellikle Iwate, Miyagi ve Fukushima en savunmasız illerin 1.700 km uzunluğundaki kıyı şeridi yüzde 23 kapsayacak. Projeye harcanan miktar ise 6 milyar euro. Amaç ise suda gerçekeşen depremin yarattığı dalgalanmalarda da kimse ölmesin.
Öngörü ve halkına karşı düşünceli tutumundan dolayı , Japon politikacılara bir kez daha saygı duydum.

Neden Bilim Önemlidir ?

Çünkü , bilimi anlamak evreni,isleyisini,dogayi ve insani anlamaktir. 

Neden varolduk,nereden geldik,evren muhtesem bir tasarim mi yoksa tesadüfi mi? 

Bunların cevabını araştırmak,sorgulamak bilinçli bir yaşam sürmenin en önemli adımlarıdır. Bilinçli yaşam ise huzur, mutluluk verir.
Günlük hayatımızda kullandığımız her türlü elektrik ve elektronik aletlerden, tıptan, internetten, aşıya kadar herşeyin altındaki imza bilimin attığı imzadir.
Dünya yada ruhani görüşünüz ne olursa olsun, tarafsız bir şekilde gelin birlikte bilim çerçevesinde, ispatlanmış teorileri, bilim insanlarının buluşlarını anlamaya öğrenmeye çalışalım .
Herkesin yaşam sloganı, yeni bilgi ile beslenmek ve ilerlemek olmalidir.
Bu çerçevede ilk konumuz: NEREDEN GELDIK? HEPIMIZ BIRER YILDIZ TOZUYUZ !
DNA mizdaki karbon, dislerimizdeki kalsiyum,kanımızdaki demir,içtiğimiz sudaki oksijen kendi içinde çökmüş bir yıldızdan yapılmıştır . Bu da bizi yıldız tozu yapar. ( carl sagan )
Yıldızlar ilk öldüklerinde geriye toz bırakırlar. Bu yıldız tozu, hidrojen,karbon,oksijen,silikon ve demir gibi elementlerle doludur. Yeni yıldızlar,yıldız sistemlerini, gezegenleri ve elbette bizi oluşturacak hammaddelerdir bunlar. Etrafımızda gördüğümüz her şey bir zamanlar patlayan bir yildizin kızgın çekirdeğinde üretildi.
Yıldızlar bir elementi diğerine dönüşken hem kimyasal hemde genel yapılarını değiştirir, geliştirir . Bildiğimiz gibi bilim evrenin bundan 13,7 milyar yil önce büyük patlama ile oluştuğunu söyler.
Ağır elementler, yıldızların içinde üretilmiş olsa da, hidrojen gibi hafif elementler büyük patlamanin ilk 10 dakikasinda oluşmuştur.
Hâlâ evrendeki hidrojen bolluğu büyük patlamanın güçlü bir kanıtı olarak öne sürülmektedir. Bir yıldız parçası görmek istermisiniz ?
Elinize bakınız , siz yıldız tozunun ete-kemiğe bürünmüş halisiniz....
Hatta
Sağ elinizdeki atomlar ile sol elinizdeki atomlar farklı yıldızlardan gelmiş olabilir.
Yazan : İnanç Kaya

Mars iniş için hazırlık testlerinde, paraşütün açılması deneyi yine başarısız oldu

Gelecekteki Mars`a iniş için hazırlık provalarında, ABD uzay ajansı NASA yine iniş için paraşüte bağlı olan büyük bir uçan daireyi toprağa indirmeyi denedi. İkinci denemesinde de paraşütte sorun yaşayan Nasa, Mars yolculuğunu gerçekleştirecek kişilerin ve malzemelerin, Mars yüzeyine inişi konusunda ki sorununu çözemedi.
Deneme ilk olarak, başlamak için gerekli hava koşullarının olmamasından, birkaç gün ertelendi. Pazartesi günü nihayet Hawaii ABD eyaletinde bir askeri üstten, dev bir helyum balonu ve uzay gemisi uçuruldu. Sürüş üç saat sürdü, Üç tonluk balona bağlı malzeme taşıyan tabak başarı ile ayrılmış ve Pasifik üzerinde neredeyse 55 kilometre yüksekliğe kadar planlandığı gibi iniş yapmış fakat daha sonra iplerinin birbirine karışması sonucu yere çakılmıştır.
Uzay tarihinin en büyük paraşütünün işlevini iyileştirmek için bu deneme uçuşlarında ki hataları dikkate alan bilim insanları, en kısa zamanda sorunu cözmenin peşinde.
Paraşütün çapı 30 metre. Mars`ın atmosferinin ince olmasından dolayı inişin daha da bir tehlikleli olabileceğini göz ardı etmeyen bilim insanları, paraşütün ilk denemesini geçen yıl yapmıştı. 3. deneme ise 2016 yılının yaz aylarından biri olarak planlanıyor.

Tehlikeli gökcisimlerinin araştırılması ve takibi,

Dünyamıza çarpma riski olan, yaklaşık 500 asteroit Avrupa Uzay Ajansı ESA`nin risk listesinde yer almaktadır. Göksel cisimler Dünya'ya tehlikeli olabilecek yakınlık derecesine göre sıralandı. Devamlı gözlem altında tutuluyor. Uzaydan böyle bir tehdit karşısında korunmak için, ESA ABD uzay ajansı NASA "asteroit etki misyonu" adı altında işbirliği yapmayı planlıyor.
Her ne kadar gökyüzü durağan gibi görünse de büyük bir hareketlilik mevcut. Dolayısı ile hergün, dünyamız ve yaşamımız tehdit altında. Tehlikeli olabilecek cisimler sıralamasında baz olarak alınan en önemli kriter ise, cismin çapının en az 150 metre olmasıdır. Dünya'ya göre en az yörünge kesişme uzaklığı da hesaplanarak tahribat hesaplaması yapılır.
Bu özelliklere sahip, cismin yere çarpması durumunda eşi görülmemiş bölgesel tahrîbat yapabilmeye ya da okyanusa düşmesi durumunda bir tsunami oluşturabilmeye yeterlidir. Dünya'ya böyle çarpma olayları ortalamada 10.000 yılda bir ya da daha ender olmaktadır.
Bu tespitler güvenlik ve hesaplama konusunda yüzde yüz güvenilir değildir. Çünkü, bir cismin gezegen veya aylara fazla yaklaşmasında çekimsel düzensizliklere mâruz kalır. Bu etkiler cismin yörüngesini değiştirerek kimi zaman önceden tehlike arzetmeyen bir cismi bir an da tehlike hâline getirir veya tersi olur. Bu, Güneş Sistemi'nin dinamik karakterinden kaynaklanmaktadır.
Bizi de ve gelecek kuşaklarımızı da yakından ilgilendiren böyle bir gözetlemede ve tedbir alımında gönül isterdi ki ülkemizde duyarli olup gerek finans gerekse insan kaynakları ile bilimin yaninda yer alsın.
Ceviri ve düzenleme : Inanc Kaya Kızılkaya

KUANTUM MEKANIĞI

Fizikçileri, kuantum mekaniğine götüren yolculuk bilmece gibi bir problemle başladı.
Diyelim ki, evde ki mükemmel bir yalıtıma sahip fırınınızı 200 santigrat dereceye ayarlıyorsunuz ve ısınması için yeterince zaman ayırıyorsunuz. Yakmadan önce, fırının içindeki tüm havayı boşaltmış olsanız bile, duvarını ısıtarak fırının iç kısmında ışınım dalgaları yaratırsınız.
Bu, Güneşin yüzeyinin ya da kızgın ocak demirinin yaydığı türde bir ışınım yani elektromanyetik dalga biçimindeki ısı ve ışıktır.
20. Yüzyılın başlarında fizikçiler, seçtikleri sıcaklığa ayarlanmış bir fırının içindeki elektromanyetik ışınımın taşıdığı toplam enerji miktarını hesapladılar.
Işte tam burada tuhaf bir cevaba ulaştılar. "Hangi sıcaklığa ayarlanmış olursa olsun, fırının içindeki enerji sonsuzdur." Bunun anlamı gayet açıktı. Fizikçilerin keyfi kaçmış, bu duruma bir açıklama getirememişlerdi.
Planck 1900`de bu muammayı çözerek, 1918`de fizik dalında Nobel Ödülünü kazandı. Fırının içinde sonsuz miktarda enerji oluşacağına dair tuhaf sonucu, sonlu miktara düşürmek için Planck`ın uyguladığı strateji gayet zekiceydi.
Planck`a kadar yapılan hesaplamalar, 19. yüzyıl termodinamiğine dayalı hesaplamalardı. Bu da , her bir dalganın taşıdığı enerji miktarının toplama katkıda bulunabileceği varsayımı.
Plank ise, bir dalganin taşıyabileceği minumum enerji miktarı, katkıda bulunması gereken miktarı aşıyorsa, o dalga katkı da bulunmamakta, atıl kalmaktadır. Eğer doğalgaz için ödemeniz gereken aylık ücret 55 TL ise ve sizin 100 TL tüm paranız var ise ödemiyorsunuz , muaf tutuluyorsunuz demek oluyor. Bu şekilde kimi dalgalarda katkıda bulunmuyor, muaf tutuluyorlar kısacası. Böyle olunca da sonlu sayıda müştreri doğalgaz parasını öder gibi sonlu sayıda enerji oluşmuş oluyor fırının içinde.
Kısacası, Planck`ın iddiasina göre, eğer dalga boylarının frekansı yükselir ise bu enerji sıçramalarının boyutları, büyür. Bu durumda enerji miktarı sonlu kalır. Sonsuz enerji paradoksunu çözen önemli bileşen işte bu dur.
Kuantum mekaniği, evrenin mikro özelliklerini anlamaya yönelik kavramsal bir çercevedir. Atomik ve atomaltı mesafe ölçeklerinde de incelendiğinde evrenin çarpıcı özelliklerini ortaya koymaktadır.
Kuantum mekaniğiyle uğraşan en büyük isimlerden Richard Feymann, 1965 yılında "Kuantum mekaniğini, hiç kimsenin anlamadığını rahatlıkla söyleyebilirim, sanırım" demişti. Çünkü atomik ve atomaltı ölçeklerde evreni anlamaya ve açıklamaya girişirken dilimizi de akıl yürütme biçimimizi de önemli ölçüde değistirmemiz gerekmektedir.
Tüm zamanların en seçkin fizikçilerinin bir kısmı da az yada çok, hatta Einstein bile Kuantum mekaniğini bütünüyle kabul etmeye yanaşmamıştır. Kuantum kuramının başlıca öncülerinden Niels Bohr bile "Kuantum mekaniğini düşündüğünüzde, başınız dönüp mideniz bulanmıyorsa, onu gerçekten anlamış sayılmazsınız" demiştir.
Büsbütün tuhaf, deli saçması gibi gelse de, matematiksel olarak tutarlı bir kuram ve şaşırtıcı bir geçerlilikte doğrulanan tahminleri olanaklı kılmaktadır. Eğer Kuantum mekaniği içinde iseniz ve anlamakta zorlanıyorsanız, üzülmeyiniz. Yalniz değilsiniz, bütün dünya sizlerle aynı hislere sahip, sabırla incelemeye devam ediniz.
Kaynak : evrenin zerafeti (Brian Greene)
Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

ALBERT EINSTEIN`IN SIYASI GÖRÜŞÜ

Albert Einstein gelmiş geçmiş en büyük dahi ve en büyük bilim insanlarından biridir bunu hepimiz biliyoruz.
Peki siyasi görüşü nedir? Iste bu konuyu bile irdelemek aslında, bilimin kimseyi putlaştırıp, kutsallaştırmadığını, objektif bir yaklaşımda bulunduğunu, iyi veya kötü tarafları ile konuyu irdelediğini ve eleştirisel yaklaşımlara açık olduğunu gösterir.
Einstein`in nükleer bombayla olan politik bağlantısı iyi bilinir. Başkan Roosevelt`e yazılan ve ABD`yi bu fikri ciddiye almaya ikna eden ünlü mektubu imzalamış ve savas sonrasında nükleer savaşı engelleme çalışmalarına katılmıştır. Aslında Einstein`ın yaşamı, kendi ifadesini kullanırsak "politika ile denklemler arasında bölünmüştü."
Einstein`ın ilk politik faaliyetleri, 1.Dünya Savaşı sırasında Berlin`de profesörken gerçekleşti. Savaşa karşıt eylemlere katıldı. Sivil itaatsizliği ve zorunlu askerliğin reddedilmesi için halkın teşvik edilmesi gerektiğini savunmuş ve meslektaşları arasında pek hoş karşılanmamıştı bu görüşleri.
Savaş sonrasında ise bu kez uzlaşma ve uluslararası ilişkileri geliştrime yönünde çalışmalar yürüttü. Bu da onu vize alma konusunda dersler ve konferanslar verdiği ülkelere gidişte zorladı.
Einstein`in ikinci büyük hedefi siyonizmdi. Yahudi bir aileden gelmesine karşın Einstein kutsal kitaptaki Tanrı fikrini reddetti. Ancak toplumsal olarak 1.Dünya savaşının öncesi ve sonrasında yaşanan yahudi düşmanlığı ( yükselen antisemitizm), giderek onun kendisini yahudi toplumuyla özdeşleştirmesine ve daha sonrasında siyonizmin samimi destekçisi olmasına yol açtı.
Hiçbir şey onu, düşündüklerini söylemekten alıkoyamıyordu. Kuramları saldırıya uğradı, hatta Einstein karşıtı bir örgüt bile kuruldu. Bir kez suikasta uğradı. Ancak Einstein soğukkanlıydı. "100 yazar Einstein`a karşı " adında bir kitap basıldığında cevabı yapıştırdı. " Haksız olsaydım zaten biri yeterli olurdu !"
1933 yılında Hitler iktidara geldiğinde, Einstein Amerikada`ydı ve Almanya`ya geri dönmeyeceğini açıklayınca, nazi milisleri evini basıp, banka hesaplarına el koydu ve bir Berlin gazeteside şu başlıkla yayın yaptı. " Einstein`dan iyi haber, Geri Dönmüyor !" Işte nükleer silah yapımında ABD`yi ikna etmesinin en büyük nedeni, nazilerin böyle bir silah yapacak olmasının verdiği endişe ve korkudur.
1952 yılında kendisine Israil`in cumhurbaşkanı olması teklif edildi. Sebebini ise şu ünlü cümleleri ile açıkladı. " Denklemler benim için daha önemli, çünkü siyaset şimdiki zamanla, ancak bir denklem sonsuzlukla ilgili bir şeydir. "
Kaynak : zamanın kısa tarihi ( stephen hawking) Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

Dünyanin en kirli gölü

Karaçay Gölü, Rusya'nın batısında bulunan Ural Dağları'nın kuzeyinde yer alan küçük bir göldür. 1951 yılında Sovyetler Birliği tarafından radyoaktif atık yeri olarak kullanılmıştır. Worldwatch Enstitüsü tarafından yapılan açıklamaya göre dünyanın en kirli gölüdür.
Çernobil'den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif artıkların bulunduğu söylenen Sibirya'nın batısındaki Karaçay Gölü, bir saatli bomba adeta: Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte beş milyon metreküp radyoaktif tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmekte.
Doğanın kendini yenileyemeyecek kadar, insan eliyle kirletebileceğinin, ne yazık ki en iyi örneği bu zavallı göl ...
İnanç Kaya

Su altında, 200 metre yükseklikte dalgalar keşfedildi

Güney Çin Denizi'nde deniz altında yapılan bu keşif ile, şimdiye kadar keşfedilmiş en büyük denizaltı dalgaları ünvanını aldı.
Luzon, Tayvan ve Filipinler arasında ki bu dalgaları bir araştırma ekibi tesadüf eseri keşfetti.
Denizaltı dalgaları, sudaki kum ve besin organizmalarını oradan oraya sürükleyerek aslında denizlerin altını canlı ve yaşanılır tutan doğa olaylarıdır.

YILDIZLARIN ÖZELLIKLERININ BILINMESI NASIL OLUYOR?

Yıldızlar gözümüze ufacık ışık noktaları olarak görünecek ölçüde bizden uzaktır. Onların boyutlarını ve şekillerini göremeyiz. Öyle ise farklı türde yıldiılar olduğunu nasıl böyle uzaktan söyleyebiliyoruz ?
Yıldızların ezici çoğunluğunun gözlemleyebildiğimiz sadece bir ayırıcı özelliği vardır, o da ışıklarının rengidir. Newton, güneş ışığinın prizma denilen üçgen şekilli bir cam parçasından geçtiğinde, tıpkı gökkuşağındaki gibi, bileşiminde yer alan renklere (tayfına) ayrıştığını keşfetmişti.
Bir teleskobu bir yıldıza veya bir galaksiye odaklayarak benzer biçimde o yıldız veya galaksiden kaynaklanan ışığın tayfını gözlemek mümkündür. Çünkü, yıldızlar farklı tayflara sahiptir. Ancak farklı renklerin göreli parlaklığı kıpkırmızı halde parlayan bir nesnenin yaydığı bir ışıkta ne bulmayı bekliyorsak her zaman onunla tam olarak aynıdır.
Aslında kıpkırmızı halde parlayan opak nesnelerin yaydığı ışık, ISIL TAYF adını verdiğimiz ve sadece nesnenin sıcaklığına baglı olan ayırıcı özellikte bir tayfa sahiptir. Bu şu anlama geliyor; Işığının tayfından yola çıkarak bir yıldızın sıcaklığını söyleyebiliriz.
Her kimyasal elementin kendisine özgü belirli bazı renk kümelerini soğurduğunu bildiğimiz için, bunları herhangi bir yıldızın tayfında eksik olanlarla eşleştirme yoluyla söz konusu yıldızın atmosferinde hangi elementlerin bulunduğunu tam olarak tespit edebiliriz.
1920`li yıllarda gökbilimciler başka galaksilerdeki yıldızların tayflarına bakmaya başladıklarında çok garip bir şey buldular. Kendi galaksimizdeki yıldızlarda aynı ayırıcı özellikte kayıp renk kümeleri vardı, ancak bunların hepsi aynı göreli miktarda tayfın kırmızı sonuna doğru kaymışlardı.
Bunun sonucunu anlamak için Doppler etkisini inceleyelim. Işık, elektromanyetik alandaki dalgalanmalardan veya dalgalardan oluşmaktadır. Işığın dalga boyu olağanüstü küçüktür. ( bir metrenin on milyonda dördü ile yedisi arasında yer alır.) Insan gözünün farklı renkler olarak gördüğü şeyler, aslında ışığın farklı dalga boylarıdır. En uzun dalga boyları tayfın kırmızı sonunda, en kısa renkler de tayfın mavi sonunda görülenlerdir.
Şimdi bizden uzakta bir yıldıza baktığımızı hayal edelim. Eğer bu yıldız sabit bir dalga boyunda ışık dalgaları yayan bir yıldız ise, bize ulaşan dalgaların dalga boyları kaynaktan yayıldıkları dalga boylarıyla aynı olacaktır. Şimdi kaynağın bize doğru hareket etmeye başladığını varsayalım. Kaynak, ikinci dalga tepesini yaydığında bize daha yakın olmuş olacak, dolayısıyla dalga tepeleri arasındaki uzaklık da yıldızın hareketsiz olduğu duruma göre daha küçük olacaktır. Bu da dalga boylarının hareketsiz konumadan daha kısa olacağı anlamına gelir. Aynı şekilde, eğer kaynak bizden uzaklaşıyorsa, bu kez dalgaların dalga boyları daha uzun olacaktır.
Bu yüzden, ışık açısından bu, bizden uzaklaşan yıldızların tayflarının, tayfın kırmızı sonuna doğru kayarken (kırmızıya kayma), bize doğru gelenlerde tayfların maviye kayacağı anlamına gelir.
Bu tıpkı, bizden uzaklaşan arabanin sesinin algılayışımız gibi. Yoldan geçen arabaya kulak verin, araba yaklaşırken motor sesi daha yüksek perdeden duyulur. Ses dalgaları açısından, bu daha kısa bir dalga yoluna ve daha yüksek bir sıklığa karşılık gelir. Yanımızdan uzaklaştığında ise, ses daha düşük perdeden duyulur. Işığın ve radyo dalgalarının hareketi birbirine benzer.
Hatta, trafik polisleri de kendilerine yansıyan radyo dalgalarının titreşimlerinin dalga boylarını ölçme yoluyla araçların hızını belirlerken Doppler etkisinden faydalanmaktadır.
Kaynak : zamanın kısa tarihi (stephen hawking) Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

YILDIZLAR VE YAŞAM DÖNGÜLERI !

Uzayda dağınık bulunan maddeler, kütle çekim etkisi ile biraraya gelerek yıldızları oluştururlar.
Işte bir araya gelen bu maddeler, o yıldızın kaderini belirlerler, gelecekte yıldız nasıl yaşayacak ve nasıl yok olacaklar.
Yıldız oluşurken, çekirdekte yoğunlaşan gaz ve tozlar, o kadar çok ısınırlar ki, atomların yapısı bozulur. Atomları oluşturan elektonlar ve çekirdekler birbirinden ayrilarak serbest hale gelir.
Sonra rastgele birbirleriyle tekrar birleşerek, yeni elementler oluşturmaya başlarlar.
Böylelikle, yıldızın merkezinde ki hidrojen, ( Hidrojenler evrende en çok bulunan, çekirdeğin etrafında sadece tek bir elektronun bulunduğu, en hafif elementtir. ) füzyon geçirerek Helyum`a dönüşür.
Alışverişten doğan kütle farkına eşdeğer enerji serbest kalır. E=mc². Enerji, kütleye ya da kütle enerji ye dönüşebilir. Temel de ikisi de aynıdır. Yıldızın çekirdeğinde, meydana gelen bu nükleer reaksiyonun, enerjisi ve kütle çekimi bir şekilde dengeyi bulur ve yıldızın içine çökmesi engellenir. Bir yıldızın ömrü, 3 milyon yıl ile 20 milyar yıl arası değişir. Daha sıcak yıldızlar, ömürlerini daha hızlı tüketirler. Her yıldızın farklı rengi vardır, çünkü sıcaklıkları farklıdır.
Eğer yıldız, sahip olduğu bütün Hidrojeni, Helyuma dönüştürür ve hiç Hidrojeni kalmazsa, yıldız dengesini kaybeder ve kendi kütle çekimi altında ezilmeye başlar. Büyüklüklerine göre yıldız ölümleri de farklıdır. Güneşimiz gibi yada ondan 1,4 katına kadar, büyük olan yıldızlar, ölmeden önce şişer, dış kabuğunu uzaya fırlatır ve çekirdeği bir süre daha beyaz cüce olarak yaşamaya devam eder.
Isminin cüce olduğuna bakmayınız, eğer bir çay kaşığı kadar element, beyaz cüceden almış olsaydınız, taşıyamazdınız. Çünkü bir çay kaşıgı elementin ağırlığı, 1 tondur. Beyaz cüce, yavaş yavaş soğur ve kahverengi cüce olarak ölür. Işte etrafa yayılan bu dış katmanlarda uzayda, başka yıldız oluşumunda kullanılır. Bu döngü böyle devam eder. Güneşimizden 1,4 katı daha büyük olan yıldızların sonu ise şöyledir;
Astronomi dilinde, Helyum dan daha ağır bütün elementlere metal denilir. Işte bu yıldızların, çekirdeğinde ki Helyum, daha ağır elementler oluşturduğunda, çekirdek demir metali ile dolar. Demir bencil bir metaldir. Dışarı enerji vermez, dışarıdan enerji alır. Ve çekirdeğin sıcaklığı 10 milyar derece olduğundan, yıldız şişer, devasa boyutlara ulaşır. 100milisaniye gibi kısa bir süre de büyük bir patlama ve yıldız, kendi içine çöker. Ya nötron yıldızı oluşur bu cökmeden, ya da KARADELIK.
Kaynak : Evrenin Zerafeti, Brian Greene, Cirius Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

EVRENIN EFENDILERI ! 4 BÜYÜK KUVVET !

1) KÜTLECEKIM KUVVETI : Kütleçekim kuvveti, son derece zayıf bir kuvvettir. Onun için, küçük bir miknatısla bile bir çivi, yerin çekiminden kurtulabilir. En küçük yapıtaşı ise, "Graviton"`dur. En zayıf kuvvettin, en küçük demetini aramak zor bir iştir, deneysel doğrulanma güçlüğü, işte bu sebebe dayanir.
Şiddeti diğer kuvvetlere göre en düşük kuvvet olmasına rağmen, çok büyük kütlelerin birbirini çekmelerini sağlar. Evrendeki galaksilerin, yıldızların birbirlerinin yörüngelerinde kalmalarının nedeni bu kuvvettir. Dünyanın ve diğer gezegenlerin Güneş'in etrafında belirli bir yörüngede kalabilmelerinin nedeni de yine yerçekimi kuvvetidir. Bizler bu kuvvet sayesinde yeryüzünde yürüyebiliriz.
2) ELEKTROMANYETIK KUVVET : Modern hayatın sunduğu, bütün rahatlıklar, ampüller, bilgisayarlar, televizyonlar, telefonlar, işte bu kuvvet sayesinde vardır. Bu kuvvetin, en küçük yapıtaşı ise, "Foton" dur.
Her cismin, kendi yapısal özelliğine göre bir "elektrik yükü" taşıdığı ve bu elektrik yükleri arasında bir kuvvet olduğu bilinir. Bu kuvvet zıt elektrik yüklü parçacıkların birbirini çekmesini, aynı yüklü parçacıkların da birbirlerini itmelerini sağlar. Bu sayede bu kuvvet atomun çekirdeğindeki protonlarla çevresindeki yörüngelerde dolaşan elektronların birbirlerini çekmelerini sağlar. İşte bu şekilde atomu oluşturacak iki ana unsur olan "çekirdek" ve "elektronlar" bir araya gelme fırsatı bulurlar.
Bu iki kuvveti daha iyi algılayabilmek için bir karşılaştırma yapalım. Sol elinizde bir elektron, sağ elinizde de başka bir elektron tuttuğunuzu, benzer elektrik yüküne sahip bu parçacıkları bir araya getirdiğinizi düşünün.
Karşılıklı kütleçekimleri yaklaşmalarını desteklerken, elektromanyetik iticileri de onları ayırmaya çalışacaktır. Hangisi daha güçlüdür?
Elbette yarışın galibi, büyük farkla elekromanyetik kuvvettir. Çünkü itiş gücü, kütleçekim gücünden tam 10 üzeri 42 kere daha kuvvetlidir.
Dünya da elektromanyetik kuvvetin, kütleçekimi tümüyle aşamamasının tek sebebi, çoğu şeyin eşit miktarda pozitif ve negatif elektrikle yükü olmasi, bu yüklerin kuvvetlerinin birbirini iptal etmesidir. Öte yandan kütleçekimi, her zaman çeken bir kuvvet olduğundan, benzer bir iptal söz konusu değildir.
3) GÜÇLÜ KUVVET : Kuarkların, protonların ve nötronların, içinde yapışık durmasını, protonlar ve nötronların atom çekirdekleri içinde bir arada sıkışık durmasını sağlar.
Bu yüzden bu kuvveti taşıyan çok küçük parçacıklara Latince'de "yapıştırıcı" anlamına gelen "gluon" denilmektedir.
4) ZAYIF KUVVET : Şu an yeryüzündeki düzeni sağlayan en önemli etkenlerden biri de atomun kendi içinde dengeli bir yapıya sahip olmasıdır. Bu denge sayesinde maddeler bir anda bozulmaya uğramaz ve insanlara zarar verebilecek ışınları yaymaz. Atom bu dengesini çekirdeğindeki protonlarla nötronlar arasında var olan "zayıf nükleer kuvvet" sayesinde elde eder. Bu kuvvet özellikle içinde fazla nötron ve proton bulunduran çekirdeklerin dengesini sağlamada önemli bir rol oynar. Bu dengeyi sağlarken gerekirse bir nötron protona dönüşebilir.
Bu kuvvetin, en küçük yapıtaşlarına ise " Zayıf ayar bozonları" denilir.
Güçlü ve zayıf kuvvetler, o kadar tanıdık değildir, çünkü güçleri atomaltı mesafe ölçekleri dışında her yerde azalır. Bunlar nükleer kuvvetlerdir.
Kaynak : Evrenin Zerafeti (Brian Greene), onlinefizik
Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

GAMA IŞINLARI !

Gama ışınları, 1900 yılında Fransız kimyager ve fizikçi olan Paul Villiard tarafından bulunmuştur.
Radyoaktiviteye ya da nükleer reaksiyona ugramış maddenin, atomlarında, yapısında bir bozulma olmadan, enerjisi alınıp , enerji seviyesi en düşük temel enerji seviyesine düşürülürken, yayınladığı fotonlara " Gama ışınları" denilir.
Enerjiktirler, en kısa dalga boylarına ( 0,0000000001 m den azdır ) sahip, en büyük frekanslı ve en fazla foton enerjisine sahiptirler. Bu ışınların kütleleri yoktur ve yüksüzdürler. Onun için elektrik ya da manyetik alanda saptırılamazlar. Yüksek enerjilerinden dolayı, madde içinde yol alabilirler, ışık hızı ile yayılırlar, gazları iyonlaştırıcı özellikleri vardır. (Iyonlaşma: Atomdan elektron alma ya da vermeyle iyonların oluşması ).
Atomlar bildiğiniz gibi, bir çekirdek ve etrafında dönen elektronlardan oluşur. Işte, bu Gama ışınları, madde içinden geçtiklerinde, maddenin atomlarındaki bütün elektronlara çarparlar. Bu durum, atomun çekirdeğini etkilemez. Proton ve Nötron sayıları aynı kalır, sadece çekirdeğin enerjisinde azalma olur.
Bu çarpışma sonucunda meydana gelen iyonlaşmanın sonucunda "Gama ışınları" diğer adı ile "iyonize radyasyon" oluşur.
Gama ışınlarının oluşması için ; 1) CERN deneyinde olduğu gibi, yüksek enerjili parçacıkların birbirleriyle, ışık hızına yakın bir hızda çarpıştırılmaları gerekir. 2) Parçacığın, kendi karşıt parçacığıyla birbirlerini yok etmeleri gerekir. 3) Uzaydaki radyoaktif bozunmalarda Gama ışınları üretir. 4) Süpernova patlamaları, Karadelikler, Nötron yıldızları ve Pulsarlar tüm evrenin Gama ışın kaynaklarıdır. Evrenin en sıcak bölgelerinde üretilen, ışığın en enerjik formudur.
Iyonlaşabilen bütün elektomanyetik ışınımlar gibi Gama ışınlarıda, yoğun bir şekilde maruz kalındığında hücrenin genetik maddesi olan DNA yı parçalar. DNA nın zarar görmesi ise hücreleri öldürür. Bunun sonucunda doku zarar görür, az bir bozulma bile kansere yol açacak değişimlere sebeb olur.
Bu kadar zararının yanı sıra, ölçülü bir şekilde kullanılan Gama ışınları insanlığa büyük hizmetler sunmaktadır. Tıpta, kanser tedavisi ve teşhisinde, paketlenmiş ürünlerin strelize edilme aşamasında, arşiv ve antikaların üzerindeki mikroorganizmaların öldürülmesi ve çürümesini önlemekte, ağaç ürünlerinin sertleştirilmesinde, plastiklerin parçalanmasında Gama ışınları kullanılmaktadır.
Uzaydaki şiddetli Gama ışını patlamaları, eğer Dünyamıza yakın bir yerde gerçekleşecek olsaydı, dünyada bakteri bile kalmayacak bir şekilde herşey kururdu.
Olası Dünyanın sonu ile ilgili senaryoları biliyorsunuz. Göktaşı çarpması, enerjisini tüketmek üzere olan güneşin, şişerek kırmızı dev haline gelip bizi yutması. Son zamanlarda ortaya atılan yeni teori, KOZMIK TABANCA, diğer adıyla "Gama Radyasyonu Işını".
Bu teoriye sebep olan olay ise şu: Iki gezegen birbiri etrafında bizden 8000 ışık yılı uzakta dönüyorlar (WR104 Sistemi). Bu ikili yıldız sistemi, yaşamlarının sonlarına gelmiş, süpernova yada hipernova patlamasına hazır, saatli bombalar. Gama ışınlarının, direkt bir objeye denk gelebilmesi için, iyi nişan almaları gerekir. Çünkü, bu ışınlar, her ne kadar aşırı enerji yüklü, önlerine gelen herşeyi yok edebilecek güçte de olsa kendisi cok dardır.
Sydney üniversitesi araştırmacılarına göre, Kozmik Tabancanın namlusundaki gezegende biz olabiliriz, veriler de hedef DÜNYAMIZ.
Kaynak: www.erhankilic.pro www.bunedir.org Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

BOMBACI BÖCEKLER

Evrim teorisine karşı Yaradılışçıların kullandığı en büyük kozlardan biriydi bir zamanlar bombacı böceklerin varlığı. " Eğer Darwin`in teorisi doğru olsaydı, bu böcekler kendi kendine patlardı." dediler.
Çünkü vücutlarında bir bomba taşıdıklarına inanılırdı. Önce bu böceklerin niçin bombacı olarak adlandırıldıklarını inceleyelim.
Bu böcek, düşmanının yüzüne öldürücü bir hidrokinon ve hidrojen peroksit karışımı fışkırtıyor. Bu iki kimyasal madde karıştıklarında kelimenin tam anlamıyla patlıyorlar. Dolayısıyla, bombacı böcek bu kimyasalları vücudunda depolayabilmek için, onları etkisiz kılacak kimyasal bir engelleyici evrimleştirmiştir.
Böcek kuyruğunun ucundan sıvıyı fışkırttığı anda, bir katalizör ekler ( katalitik enzimler ) ve böylelikle karışım kimyasal tepkime sonucu patlayıcı hale gelir. Eğer, Hidrojen peroksiti Hidrokinonun içine dökerseniz en ufak bir ısınma bile olmaz. Onun için yaradılışçıların iddia ettiği gibi bu iki madde karışır karışmaz patlamaz. Mutlaka bir katalizör gereklidir.
Bu böcekler, toplamda 500'den fazla tür içerir. Kimyasalın yarattığı tahribat böcekler ve küçük yaratıklar için ölümcül olabildiği gibi insan derisi için de acı vericidir. Antartika dışında diğer bütün kıtalarda yaşamaktadır. Genellikle ılıman bölgelerdeki ağaçlık alanlarda ve otlaklarda yaşarlar. Yumurtalarını bırakmak için nemli yerlere giderler.
Kısacası , Bu böceğin düşmanlarına sıcak bir hidrojen peroksit ve hidrokinon karışımı püskürttüğü doğru. Fakat bu karışım, içine katalizör eklenmedikçe şiddetli tepki vermez. İşte, bombacı böceğin yaptığı da bu, katalizör eklemek.
Merak edenler için ; Hidrojen peroksit (H2O2) soluk mavi renkte; sulandırıldığında ise renksiz hale gelen bir bileşiktir. Hidrojen peroksitin akmazlık değeri, sudan daha yüksektir. Çok güçsüz bir asit olan bileşik; özellikle kâğıt sanayinde kagitlara beyaz renk vermek için üretilmektedir. Bileşik ayrıca dezenfektasyon, oksitlenme, antiseptik üretimi ve roket yakıtı üretiminde de kullanılmaktadır.
Hidrokinon, benzene-1,4-diol ya da kuinolkimyasal formülü C6H4(OH)2 olan, fenol tipinde aromatik organik bilesiktir. Kimyasal yapısı bir benzen halkasına para konumda bağlı iki hidroksil grubundan oluşur. Beyaz granüler bir katıdır.
Kaynak : Kör saatçi ( Richard Dawkins ), Wikipedia Düzenleyen : Inanc Kaya Kızılkaya

ASTRONOT OLMAK ISTERMISINIZ ?

Kendinizi hiç astronot olarak hayal ettiniz mi ?
Acaba, dünyadan yüzlerce kilometre uzakta, uzayda astronotlar günlük yaşantılarını nasıl sürdürüyorlar ? Bunları bilmek astoronot olma hayallerimizi gerçekleştirmede ilk adım olacaktır.
ABD ve Rusya, uzay çalışmalarında öncülüğü uzun yıllardır kimseye bırakmıyorda olsa son zamanlarda,Avrupa Uzay Ajansı (AUA), Iran ve Çin de büyük atak içinde, disiplinle ilerliyorlar.
Astronotların eğitim yerlerinden biri Avrupa Astronot Merkezi`dir. Almanya`nın Köln şehrinde bulunur. Uluslararası Uzay istasyonuna gönderilen bütün astronotlar burada eğitilir.
Astronotlar, sürekli yakın takiptedirler. Eğitimde olduklari kadar iş hayatında da surekli gözetim altındadırlar. Uzayda bulunan her bir avrupalı astronot için Köln`de bir gözetmen bulunur. Uluslararası Uzay Istasyonu`ndaki astronotlar, önceden belirlenmiş, sabit çalışma tempoları ile yorgunluklarının, bıtkınlığa dönüşmesi engellenir.
Çünkü, 6 aylık bir uzay uçuşu görevini almış astronotlar için yaşam, bir konserve kutusunda, arkadaşlarıyla zaman geçirmek kadar sıkıcıdır. Özgürlükler kısıtlanmıştır. Birde üzerine, uzayın radyasyonlu ve yerçekimsiz ortamını eklerseniz, sağlık açısından da olumsuz yönlerine katlanmak zorunluluğu vardır.
Avrupa Uzay Ajansı, NASA gibi bütün kurumlar, uzun bir süre uzayda, astronotların kalabilmeleri, uzay yaşamının insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirgemek, aylarca yerçekimsiz ortamda kulalnılmayan kas ve kemiklerin durumunu iyileştirme konularında, hatırı sayılır bir bütce ile yoğun çalışmalar yapmaktadırlar.
Amaç, uzayda daha fazla kalabilmek, bu uzak keşifler ve uzayda yaşamı açacak, ilk anahtarımız olacaktır.
Eğer, yerçekimsiz ortamda yaşamaya başladıysanız, bedeniniz kemiklerinizi kullanmayacaktır. Ve vücudunuz kalsiyumu idrar yolu ile dışarı atacak, kemiklerinizi kaybetmeye başlıyacaksınız. Yerçekiminin olmaması, kas ve iskelet sistemi üzerinde olumsuz bir etki bırakır. Sürekli kas ve kemik kaybı, uzun vade de tehlikeli sonuçlar doğurur. Ayda yaklaşık yüzde bir ve iki arası kas kaybeden astoronotlar, 6 aylık uzay görevi sonunda, tekrar eski sağlıklarına kavuşabilmek için, 6 hafta iyi bir bakım sürecinden geçmek zorunda kalırlar.
Uzayda kaslari zinde tutmanın, zararı en aza indirgemenin tek yolu spordur. Bisiklet ve ağırlık kaldırma, astronotların günlük yapmak zorunda olduğu aktivitelerdir.
Ayrıca, uzayda bulunan radyasyonun yüksek olması, astronotların lösemi kanseri olma riskini de oldukça artırır.
Su ihtiyacının karşılanması ise ancak geri dönüşüm ile mümkün olabiliyor. Kullanılan suyun % 70 i geri dönüşümden kazanılıyor. Astronotların idrarlarıda bu geri dönüşümle, suya dönüştürülüyor. Düşünün, sürekli aynı su ile kahve içiyorsunuz, idrar ve diğer arkadaşlarınızın içtiği kahveyi tekrar tekrar içiyorsunuz.
Yerçekimsiz ortamda uyumak, dünyada bir yatak üzerinde uyumaktan da çok farklıdır. Yatakta uyumanız mümkün değil, uçarsınız. Hatta yastığınız, yorganınızda uçar. Uzayda nerede uyuduğunuzun hiçbir önemi yoktur. Astronotlar, ya ayakta durarak ya da tavana yükselip yere paralel uyurlar.
Bu koşullar altında, çalışan ve bilime katkıda bulunan bütün astronotlarımızı, saygı ile anıyoruz. Onlar, insanlik tarihine, adları ve emekleri hiç unutulmayacak şekilde yazılmış kahramanlarımızdır.
Astronot olmak, bu zorlu eğitimlerden geçip, uzaya gitmek istiyorsanız ve disiplini seviyorsanız, yukarıda belirtiğim Uzay Ajanslarının her hangi birine başvuru gönderebilirsiniz. Bol şanslar !
Kaynak : euronews.de tr.euronews.com Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

ZAMAN YOLCULUĞU 2.BÖLÜM (GECMIŞE YOLCULUK)

Insanoğlu yaklaşık 80 yıl yaşarken, dünyamız, güneş sistemimiz ya da evrenimiz daha milyarlarca yıl yaşayacak. Zamanda yolculuk demek aslında 4. Boyutta yolculuk demektir. 4. Boyutta geçmenin yolunu 1.bölümde incelemiştik. Acaba geçmişe yolculukta tıpkı geleceğe yolculuk gibi doğanın kanunları ile mümkünmüdür ?
Geçmişe yolculuk ta, cosmoscuların kabusu paradokslar, son derece anlamsızdır. Bu tarz bir yolculuk ve zaman makinası doğanın ana kuralını yıkıyor. (Bu konuyu "Zaman Oku" yazımızda ele almıştık.) "Her zaman sonuçlar, sebeplerden önce gelir ve asla tersi olmaz."
Bilim insanları, atomaltı boyutlarda ki solucan deliklerininin birgün büyütülebileceğini, hatta içinden uzay gemisi geçirilecek boyutlara ulaştırılabileceğini düşünse de, Stephen Hawking dahil olmak üzere birçok bilim insanı, bunun mümkün olamayacağını düşünüyorlar.
Çünkü, eğer bir rock konserine gittiyseniz, mikrofandan giden sesin hoparlörde ki çıkışında olan cızırtıların kulağı tırmalaması ve hoparlörde gücünden fazla verilen sesin mikrofona geri iadesi ve böyle kulagı tırmalayıcı bir cızırtının çıkması, önlem alınmazsa hoparlörün devre dışı kalma ihtimalinin yüksek olmasi gibi, aynı şeyin solucan delikleri içinde geçerli olduğunu iddaa ederler. Tek değişiklik, olay ses ile değil radyasyon ile yapılmasıdır.
Solucan deliği genişledikçe doğal radyasyon içeri giriyor ve sonsuz bir döngüye kapılıyor. Geri bildirim o kadar güçlü oluyor ki solucan deliğini tahrib ediyor. Bu şekilde de delik zarar görüp kendini yok ediyor.
Kısacası, solucan delikleri var olmasına rağmen, bir zaman makinası olarak kullanmaya yetecek kadar uzun süreli varolamayacaklar. Görünen o ki geçmişe yolculuk asla mümkün olmayacak.
Buradan Geleceğe yolculuğa izin veren fizik yasalarının geçmişe dönmeye yönelik bir izinin olmadığını aynı zamanda bilimsel yasalardan da anlayabiliyoruz. Bilimsel yasalar, zamanın ileri ve geri yönleri arasında bir ayrım yapmaz. Ancak geçmişi gelecekten ayıran en az üç zaman oku vardır. Bunlar düzensizliğin arttığı zamanın yönünü gösteren termodinamik ok, geleceği değil geçmişi hatırladığımız zamanın yönünü gösteren psikolojik ok ve evrenin büzüşmediği, genişlediği zamanın yönünü gösteren kozmolojik oktur.
Ancak geçmişe izin verilen başka uzayzamanlarda vardır. Bunlardan biri dönen bir kara deliğin içyapısında saklıdır. Bir diğeri yüksek hızlarda birbirinin geçmişine hareket eden iki kozmik sicim içeren bir uzayzamandır.
Yine de bir şekilde geçmişe gider isek olan olayları değiştirebilirmiyiz bu paradoksu inceleyelim. Zamanda geriye giderek anne ve babanızın karşılaşmasını engelleyebilirmisiniz ?
Hayır, olan olayların yeniden sayılıp dökülmesi mümkün değildir. Anların değismemesinin sebebi sabit ve değişmez olarak uzay-zaman somununda yer almalarıdır. Anne ve babanızın tanıştığı o gün değiştirilemez. Çünkü onların karşılaşmaları, uzay-zamanda sonsuza kadar kendi yerini işgal edecek olan, değiştirilemez bir olaydır. Evren anlamlıdır, anlamını olaylar dizisinin anlamlı ve kendiyle turarlı bir bütün oluşturmasından alır.
Hayal gücümüzü zorlasak ta, geçmiş zamana yolculuk olası gözükmüyor ve güçlü şekilde kendi doğumunuzu önlemek anlamına gelen bu çelişkilerin mantıksal hatalardan kaynaklandığını öğrendiğimize göre artık diyebiliriz ki , eğer geçmişe gidebilirseniz, geçmişin, sizin ona yolculuk yapmanıza yol açan geçmişin bir parçasısınız, parçası olacaksınız ve daima parçası idiniz.
Kaynak : Stephen Hawking ile zamanda yolculuk ( Discovery Channel) Stephen Hawking ( Zamanın kısa tarihi) Brian Greene (Evrenin dokusu) Brian Greene (Evrenin zerafeti) Düzenleyen : Inanc Kaya Kizilkaya

KUANTUM ÇOKLU EVRENLER

Büyüklüğü önemli olmaksızın, maddi olan her şey moleküllerden, atomlardan ve atomaltı parçacıklardan oluşur. Bu bakış açısı Everett`i kuantum mekaniğinin Çoklu Dünyalar yaklaşımına ve Kuantum Çoklu Evreni anlayışına götürdü.
Elli yıldan fazla bir süre sonra, Everett`in yaklaşımının doğru olup olmadığını hala bilmiyoruz. Ama kuantum kuramının dayandığı matematiği ciddiye ( Tam anlami ile ciddiye) alarak Everett bilim dünyasının en önemli buluşlarından birini yapmış olabilir.
Çoklu Evren Modelleri varlıklarını sayılara ve denklemlere borçludur. Bu varsayımı fazla ciddiye aldığımızı ya da belki de yeterince ciddiye almadığımızı zaman gösterecektir.
Bilim insanlarını paralel dünyalar üzerine düşünmeye sevk eden matematiğin hepsinin veya bir kısmının gerçeklikle ilişkisi kanıtlanırsa, Einstein`ın meşhur sorusunun, yani evrenimiz sahip olduğu özelliklere sırf başka evrenler mümkün olmadığı için mi sahiptir sorusunun yanıtı kati bir " HAYIR " olacaktır.
Evrenimiz, mümkün olan tek evren değildir. Özellikleri çok farklı olabilirdi. Pek çok çoklu evren önerisinde, o çoklu evreni oluşturan diğer evrenlerin özellikleri de farklı olacaktır.
O halde, belli şeylerin neden oldukları gibi olduklarının esastan bir açıklamasını aramak anlamsızdır. Bunun yerine, istatistiksel olabilirlik ya da basit rastlantıyı kozmos kavrayışımıza ( olağanüstü geniş bir kozmos) kararlı bir şekilde dahil edebiliriz.
Ulaşacağımız sonuç bu mudur kimse bilmiyor. Fakat sadece yılmadan çalıştığımız takdirde kendi sınırlarımızı keşfedebiliriz. Sadece kuramların peşinde akılcı bir şekilde koştuğumuz taktirde gerçekliğin enginliğini gözler önüne serebiliriz.
Kaynak : Saklı Gerçeklik ( Brian Greene) Düzenleyen : Inanc Kaya Kızılkaya

UZAYDA CINSELLIK VE DOĞUM MÜMKÜN MÜ ?

Yaşam kaynaklarımizı hızlıca tükettiğimiz için mi, Dünyanın ömrünün birgün sona ereceğini bildiğimizden mi yoksa sırf merak eden araştıran canlı türleri olduğumuzdan mı dır bilinmez ama uzayda yaşam arayıp, orada kendimize yaşam koşulları oluşturma çalışmalarına başladık bile. Yaşama uygun gezegen arayışlarımız sürüyor.
Uzay çalışmalarında, uzay üssü inşası, uzay giysileri, uzayda yiyecekler, bitki yetiştirme gibi konularda ilerleme gösteren biliminsanları, aynı başarıyı uzayda cinsellik konusunda da göstermeye çalışıyor. Çünkü, eğer uzayda yaşayacaksak, orada ürememiz, üremek için de cinselliği yaşamamız gerekliliği vardır.
Uzayda cinselliğin nasıl yapılabileceğini bilmiyoruz. Fakat, uzayda seks yapmanın romantizmden cok bir külfet olduğunu, cok uğraş verilmesi gerektiğini biliyoruz.
Yerçekimsiz bir ortamda cinsellik üzerine konusan NASA doktorlarından Jim Logan, "Öncellikle yerçekiminin sıfır olduğu bir ortamda cinselligin koreografisinin yapılması gerekir. Çünkü hiçbir yere tutunmadan boşlukta uçan iki insanın öpüşmesi bile zor. Iş cinselliğe gelince sağa sola savrulmak kaçınılmaz. Uygun pozisyonların önceden belirlenip uygulanması gerekir." Logan`a göre, yerçekimsiz ortamın en kötü etkilerinden biri olan ve astronotların da sık sık yakındığı mide bulantısı da romantizmi bozacak önemli bir etken.
Uzayda, astronotların çok fazla terlediği gerçeğini gözönüne alırsak, cinsellik sırasında ter damlaları havada uçuşacak, sıfır çekimli bir ortamda, kan basıncı düşeceğinden, bazı organlarda görevini iyi yapamayacaklardır.
Bu sorunları aştığımızı farzedelim. Peki, anne karnında cenin oluşabilecek mi, yerçekimsiz ortamdan nasıl etkilenecek cenin, doğum gerçekleşebilecek mi ?
1994 yılında Medeka balıkları, uzayda çiftleştirilen ilk canlılar olup, yumurtalarından sağlıklı yavrular çıktı ve bu bize uzayda üremenin mümkün olduğunu gösterdi. Fakat, memeli hayvanlar (insanlar da dahil) hamile kalma süreci, plezantanın gelişim süreci, hamileliğin evreleri ve doğum fazlaca karışık süreçler içerir.
Bu sorulara cevap arayan biliminsanları, fareler üzerinde gerçekleştirdikleri deneyler de şu sonuca ulaştılar: Insanın uzayda, daha doğrusu yerçekimsiz ortamda üreyebilmesi mümkün olmuyor. Yani bir kadının uzay boşluğunda hamile kalması çok çok düşük bir olasılık.
Çünkü, hem spermler yerçekimi yokluğunda yollarını bulmakta çok zorlanıyorlar, hem de radyasyon kadın yumurtalarını ve erkek sperm hücrelerini olumsuz yönde etkiliyerek doğurganlıgın önüne geçiyor. Bu şekilde döllenme mümkün olsa bile, kisa süre de döllenmiş yumurta ölüyor ve düşük gerçekleşiyor.
Kaynak : History Channel, uzayda cinsellik www.ilkeltelskobum.org Yazan : inanç kaya Kızılkaya Gabriel

BUGÜN MEGA ASTEROİD DÜNYANIN YAKININDAN GEÇTİ

Bugün (27.03.2015) Dünya'nın tam 4.5 milyon km yakınından (ki bu uzay mesafelerine göre, burnumuzun dibinden demektir), Asteroid "2014 YB35" geçti.
Asteroid`in uzunluğu 500 metre ve hızı ise saniyede 10,16 km./sn. Geçen yıl ocak ayında Asteroid 2004BL86 , Dünyanın 1,5 milyon kilometre yakınından geçmişti. Bu mesafelerin yakınlığını anlamak için, güneşin Dünyaya olan uzaklığının 150 milyon kilometre olduğunu hatırlatalım.
NASA hergün Dünyanın yakınından geçecek olan asteroid ve kuyruklu yıldızların etkisini ve çarpma riskini hesaplar. Ayrıca, Dünya etrafinda tehlike oluşturabilecek 558 yığın olduğunu tespit ettiklerinden bunları her zaman gözlem altında tutuyorlar.
ceviri : inanc kaya kizilkaya Kaynak : http://www.bild.de/…/mega-asteroid-rast-auf-erde-zu-4032639

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...