27 Eylül 2017 Çarşamba

Dünyanın En Büyük Faresi Keşfedildi,

Tiksinti ile yüzünüzü buruşturmadan haberi okumanız dileğiyle, bu keşifin aslında neden çok geç yapıldığını ve nerede keşfedildiğini açıklayalım.

Papua Yeni Gine, Güney Denizi Adalar grubunda son 80 yıldır, ilk defa bir kemirgen hayvan keşfi yapıldı. Sebebi ise endüstriyel ağaç üretilmeyen, tamamen kendi ekolojik sistemi ile doğal olan bir ada olması. Bu tür yerler artık dünyada çok ender olarak bulunuyor. Kemirgenimizin bu dev grubuna Uramys Vika adi verilmiş.


Bu dev fare tam yarım metre uzunluğunda ve yarım kilo ağırlığında. Hindistan cevizi yemekten hoşlanıyor. Araştırmacı Tyrone Lavery ve ekibi, Vangunu ve Solomon adalarında yaptıkları araştırmalarda ve yerlilerden aldıkları bilgiler eşliğinde, kemirilmiş bırakılmış hindistan cevizlerinin hangi canlının yemiş ve bırakmış olduğunu araştırmak için 2010 yılından beri, uzunca bir uğraş verdikleri halde bu kemirgeni bulamamışlardı.

Yıkılan bir ağacın yanında buldukları dev fare ölüsünü görünce incelemeye aldılar, nereden geldikleri, ataları vs, ile ilgili çalışmalar "Journal of Mammalogy" dergisinde yayınlandı. Küçük bir adada hızla ormansızlaşmaya bağlı olarak nadir bulunan türlerin tükenmesi tehdidinin bu adalarda da sorun olduğunun ve tropikal ormanlarda yeni türlerin keşfinin çok zor olduğunun, ayrıca altını çizdiler.

Lavely ve ekibi bu özel keşif kemiriciyi diğer türleriyle karşılaştırdı ve genetik miraslarını inceledi. Analizler gerçekten de bunların yeni bir  tür olduğunu, atalarının denize düşmüş ağaç parçaları ile sürüklenerek bu adaya yerleşmiş kemirgenler olduğunu buldular. Bu adada bulunan türler, doğal koşullar ve iklim şartlarına uyum ile kolay kolay başka yerlerde bulunamayacak, şartlara göre evrimleşmiş canlı türleridir diyerek incelemesini rapor halinde de yayımladı.

Resimde ise farenin çizilmiş, sembolik halini görüyorsunuz.


Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spiegel.de/wissenschaft/natur/uromys-vika-forscher-entdecken-riesenratte-in-der-suedsee-a-1170086.html





24 Eylül 2017 Pazar

Evrim Şaheserine Odun Muamelesi Yapamazsınız,

Bir çocuk sahibi olup ilk kucağınıza aldığınızda aslında o küçücük kafanın içinde 90 milyar sinir hücresi ve 2,5 milyon gigabaytlık bir muhteşem veri işleme tabanı ( hafıza) tutuyor olduğunuzu hiç düşündünüz mü? O beyine neler sığmaz ki, bir film yüklemek istiyorsunuz bilgisayarınıza ve bu film süresi tam 300 yıl aralıksız seyredeceğiniz kadar uzun bir film. Bilgisayarınızın kapasitesi ve ömrünüz yetmiyor değil mi? İşte o elinizde tuttuğunuz minicik canlının beyin kapasitesi buna yetiyor.

Aslında elinizde saygı duymanız, itina ve hayranlıkla bakmanız gereken, istediğiniz bilgiler ile doldurabileceğiniz bir mucize duruyor. Bilgiye aç, gördüğü, öğrendiği her şeyi, ışığın bile kaçamadığı bir karadelik gibi bilgiyi çeken, öğrenen bir evrim harikası canlı ile karşı karşıyasınız şuan. Saygı ile siz doğduğunuzda, önünüzde eğilmiş bilinçli ebeveynleriniz olmamış olabilir, şimdi siz biliyorsunuz ve bu evrim harikasını işleyebilirsiniz.

Saçma sapan hurafeler, asla yaşamda gerçeklik ile alakası olmayan bilgiler ile bu bellek havuzunu doldurmaya, bu evrimin mucizesi beynin içine etmeye nasıl kıyıyorsunuz? Elindeki beynin ne işe yaradığını bilmeden sadece onu sevginiz ile doldurabileceğinize, böyle bir illüzyona nasıl inanırsınız?

Gelişmiş toplumlar bunu çok iyi biliyor. Bu bellek havuzunu önce etik değerler, toplumda yaşamak için gerekli olan ahlaki ve sosyal kurallarını işleyerek dolduruyor ki sonradan topluma ne bit ne de sorun çıkarsın. Ondan sonrada o belleği “sorgulama, bilim, yeteneklerine göre yönlendirme, hayatını idame ettirecek mesleğe ve paraya sahip olsun diye eğitme, doğduğu toplumun geçmişi, coğrafyası, yaşadığı dünyanın hatta evrenin işleyişi ile ilgili bilgiler doldururken, bu bellek havuzuna biraz sanat, biraz müzik, birazda tad alabileceği unsurlar katarak, topluma salıyor.

Peki biz ne yapıyoruz? Hemen bir kız ve erkek ayrımı ile daha cinsellikten bihaber olan çocuklara, hangi cinsten ise o cinsin kuralları ve sınırlarını öğretiyoruz. 7/24 akli şeyinde olan milletin, ayni özelliği yeni belleklere aktarması ne acı. Milenyum çağındayız beyler, hanımlar. Mars`a koloni kuruluyor, laboratuvarda kalp,deri gibi organlar üretiliyor. Yapay zeka üzerinde çalışmalar yapılıyor. Azıcık şeyinizden kafanızı kaldırın bakın, yok olacağız, yetişemezsek bu belleklere, bizi böcek gibi ezecekler.Robotlar olduktan sonra biz kölelere ihtiyaç kalmayacak. O çocuk, daha bilmediği bir dünyanın sınırlarını öğrense ne olur? Süper bellek geldiniz embesi olarak gidiyorsunuz ama bunu çocuklarınıza nasıl reva görüyorsunuz? Değişsin artık bu toplumun imajı.

“Öp beni sana seker vereceğim” diyerek, sevginin bir fiyatı olduğunu öğretiyoruz. İçgüdüsel olarak beyninin sorduğu neden, nasıl, niçin sorularını sormasını engellemek, cevap vermemek için “Allah öyle istedi, Allah öyle yaptı” diyerek geçiştiriyoruz. Ödül ve ceza kavramlarını sadece korku ile yaptırıyoruz. Çünkü ebeveyne en rahat, en kolayı bu geliyor. Korka korka yine de cesaretle hayatta yanlış yapan çocuklarımızın bunları söyleyememesinden dolayı da ikiyüzlü bireyler yetiştiriyoruz.

Çocuğun yanında yaptığınız dedikodular ile, x hanımların kıyafetine, y beyin kelliğine, z çocuğun telefonunun ucuzluğuna bakıp alay etmesini, eleştirmesini ve saçma sapan şeyleri yargılamasını öğretiyorsunuz.

“Hayat, beynimizdeki bulmacayı doldurma çabasıdır.” diye bir söz okumuştum. Siz bulmaca doldurmuyor, sadece boş yerleri karalıyorsunuz. Diyeceksiniz ki, “çocuk bizim çocuğumuz, istediğimiz ile doldururuz.” işte kazın ayağı öyle değil. O çocuklar büyüyor, sorgulamayı yine de bir şekilde öğrenende oluyor ya da sizin boş şeyler ile doldurduğunuz bellek ile yoluna devam ediyor. Toplumda bizim çocuklar ile karşılaşıyor, ya sonra size saygı duymuyor ya da bizim çocukları istediği gibi ezip geçiyor. Siz evet siz bunu hak ediyor olabilirsiniz. Size saygısızlığı, gözlerinizde küçülmeyi, birer aptal olduğunuzu belki anlamalarını hak ediyorsunuz ama bizim özenle yetiştirdiğimiz, belleklerini gelişmiş toplumlardaki gibi harmanladığımız çocuklarımız yakılıp yıkılmayı, sizin belleklerini yanlış doldurduğunuz ürünleriniz ile sorun yaşamayı hak etmiyor. Ya o bellekleri, toplum standartlarına ve gelişmişliğe uygun olarak doldurun ya da hiç evrim mucizesi bir belleği elinize almayın. Bilmem anlatabiliyor muyum? Ben anlatamamış olsam da nasıl olsa birkaç yüzyıl sonra, yok olmuşluğumuz size anlatacaktır.

İnanç Kaya

Uyumak İçin Beyine İhtiyaç Yok

Bir Mit Daha Yıkıldı, Uyumak İçin Beyine İhtiyaç Olmadığı Anlaşıldı.

Uyku hakkında bildiğimiz tek şey, her canlının ihtiyacı olduğu. Kesin nedenini ve uykunun evrimdeki yerini hala bilmiyoruz. Beyin gelişimi, psikolojimiz, konsantrasyon, güç toplama için gerekli olduğunu düşündüğümüzden hep, uykuyu beyin ile özdeşleştirdik.

Ta ki Current Biyoloji dergisinde Kaliforniya Enstitüsü Teknoloji Bölümünden Lea Goentoro liderliğinde ki ekibin aklına denizanalarında uykuyu inceleme fikri gelene kadar. Biliyorsunuz deniz anaları, beyinsiz canlılardır. Sadece sinir sistemleri ile ışığı ve gölgelenmeyi algılayarak, avlanır ya da av olmaktan korunurlar. Midye,, istiridye, kalamar türü deniz canlılarında da beyni yoktur.

Beyni olmayan bu denizanalarının da uykuya ihtiyaç duydukları ve geceleri performanslarını en asgariye indirerek uyudukları tespit edildi. Bu durum bize, uykunun evrimde, biyolojik olarak düşünülenden çok daha eskiye dayandığını ve uykunun sadece beyin ile özdeşleştirilmesinin yanlış olduğunu, gösteriyor.

Daha önce yapılan omurgalı hayvanların tümünde ve ayrıca meyve sinekleri, böceklerde, iplik kurtları, eklem bacaklılarda ki uyku ihtiyacı tespitleri yapılmıştı. Fakat beyinsiz bir canlı türüne daha önce böyle bir araştırma kimsenin aklına gelmemişti. Dolayısıyla bu araştırma, beyinsiz hayvanlarda yapılan ilk uyku örneği araştırma, özelliğindedir.

Araştırmacılar, şemsiye denizanası türü olan Cossiopea`yı incelediler. Sığ tropikal sularda yaşayan bu hayvanların normalde saniyede bir kez kasılarak hareket ettiklerini ve gece bu oranın neredeyse üçte bire düştüğünü tespit ettiler. Bizdeki gibi gece uykusuz kalmanın gündüz aktivitelerinde performans düşüklüğüne yol açıp açmadığını incelemek içinde, gece boyunca uykusuz bırakmak için rahatsız ettikleri denizanalarının gündüzleri konsantrasyon eksikliklerinin %17 azaldığını gördüler.

Bu durum bilinenin aksine, uykunun yaygın sinir ağı olan bir organizmanın ve sadece beynin tekelinde olmadığını ve evrim sürecinde, merkezi sinir sisteminin geliştirilmesinden öncede uyku durumunun zaten mevcut olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu araştırma gösteriyor ki, evrimsel gelişim boyunca uyku, hayvanlarda korunan en temel ihtiyaçtır.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak: http://www.spiegel.de/wissenschaft/natur/schlaf-ohne-gehirn-quallen-fallen-in-naechtlichen-ruhemodus-a-1169309.html?utm_source=dlvr.it&utm_medium=%5Bsocial%5D&utm_campaign=%5Bwissen%5D#ref=rss

13 Eylül 2017 Çarşamba

Dövme Yaptırmadan Bu Riski Mutlaka Biliniz,

Dövme yaptırdığınızda, boyada bulunan nano partiküllerin, lenf düğümlerinize göç ettiğini biliyor musunuz?


Dövme yaptırdığınızda, çok güzel durmuş olsa da, buz dağının görünmeyen yüzünde olan şöyle : Dövmelerden gelen boyalardan, vücudunuzun geriye kalan kısmına nano partiküller vermiş oluyorsunuz.. Bunun vücuda yaşattığı tehlike hala belirsizliğini koruyor.: X-ışınlarından olan, flüoresan yardımıyla, Federal Risk Assessment Enstitüsünden Andreas Luch ve ekibi, insan vücudunda dövme pigmentleri bileşenlerini takip etti.


Bununla ilgili de bilimsel bir rapor hazırladılar. Rapora göre: Diğer dokularda, özellikle lenf bezlerinde cilde sonradan dövme ile enjekte edilen renklerin önemli bir kısmı bulunuyor. Sorun ise bulunan parçacıkların boyutu: Mikrometre boyunda pigment granülleri planlandığı gibi deride kalırken, nano parçacıklar çözülüyor ve tüm vücuda kan ve lenfe göç ediyor. Küçük boyutlarından dolayı, bu nano partiküller kimyasal olarak bazen daha büyük parçacıklara göre farklı davranıyorlar, bu nedenle tehlikenin ne olduğu tam olarak bilinmiyor.


Bazı azo boyaları ve p-fenilendiamin yasaklanmıştır. Bununla birlikte, güvenli boyaların olumlu bir listesi yok - eksik veriler nedeniyle dövme ajanlarının güvenilir bir risk değerlendirmesi de mümkün değil.


Luch ve grubu vücudun derisinden boyaların dağılımını ölçmek için ölen cilt ve lenf nodlarının örneklerini kullandı. Zaten 2005 yılında yapılan hayvan deneylerinde lenf düğümlerinde, dövmelerin biriktiğini biliyorlardı.. Ekip şimdi ise, ciltteki pigmentlerin aslında lenf nodlarındaki kirliliklerin kaynağı olduğunu ispatladı.


Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak :http://www.spektrum.de/news/nanoteilchen-wandern-in-lymphknoten/1501765

7 Eylül 2017 Perşembe

İnsan Beynini Bilgisayara Aktarma Çılgınlığı Gerçekleşiyor,

Çin, sinir bilim konusunda büyük bir atak yaparak, beyin haritalamasını endüstriyel bir ölçekte yapmak için kolları sıvadı. Bu projenin arkasındaki dahinin adı Qingming Lou.
Beyin haritalama demek, bugüne kadar beyinin tüm döngüleri ve bobinlerini ayrı ayrı değerlendirmek, resmini oluşturmak ve üç boyutlu hale getirmek demektir. Bilmeyenler için çok kolay bir işlem gibi gelebilir. Onun için karşılaştırmalı anlatalım ki, ne kadar mükemmel ve büyük bir proje olduğunu anlayabilelim.
Tipik bir laboratuvarda sadece bir ya da hiç beyin görüntüleme sistemi bulunur. Bir memelinin beyni milyonlarca hücreden oluşur. Yaklaşık 10 bin çeşit hücre tipi, boyut, gen yapısı ve işlevi vardır.Bir farenin küçücük beynini üç boyutlu haritalandırmak ve görüntülemek için laboratuvarda tam 50 otomatik beyin görüntüleme cihazı bulunacak.
Çünkü, araştırmacılar beyindeki nöronların tam olarak nasıl çalıştığını bulmak istiyorlar. Bu da yapay zekanın hayata geçmesini sağlayacak. Bilgi işlem gücü de denilen beyin haritalama için, bugüne kadar beyin tüm döngüler ve bobinleri sinir bilim uzmanları ayrı ayrı değerlendirecek ve genel bir resim oluşturacak. Bu da çok özenli çalışma gerektiriyor.
Şimdi, Çin'in doğusunda, gerçek bir sanayi gelişebilir: Suzhou şehri, eylül ayında büyük bir görüntüleme merkezi açmak istiyor ve yüksek çözünürlüklü beyin haritalanmasında devrim yaratabilir.
Washington Center'daki Seattle Beyin Bilimi moleküler biyoloji uzmanı olarak çalışan Hongkui Zeng, bu merkezin "süreci önemli ölçüde hızlandıracağını" açıklıyor. "Endüstriyel bir ölçekte standartlaştırılmış veri üretimi, sinir bilimlerini değiştirecek" diye öngörüyor.
Çin`in sinir bilimi dahisi Lou`ya göre; Açılacak bu merkez ayrıca insan beyninin taramalarını geliştirmek ve Alzheimer hastalığı ya da insan beynine yönelik yapay zeka projeleri bağlamında nöronal bağlantıların haritalanmasında ön planda olacaktır.
Bu enstitü, beş yıllık bir bütçesi için, 450 milyon yaun`a (57milyon avro) sahip ve 120 bilim insani ile çalışacak. Dünyanın her yerinden bilim insanları, büyük bir hevesle projede yer almak istiyor. Talep çok büyük. Bu merkez sayesinde, hızlı bir şekilde ve yüksek verimle beynin haritalanması, beyindeki nöronların birbirine nasıl bağlandığını daha iyi açıklanabilir.
Zamana ve disiplinle titiz bir çalışmaya ihtiyaçları var çünkü beyin haritalaması aylar alacak. Beyin çok karmaşık bir yapıya sahiptir.. Her şeyden önce, sadece birkaç santimetre büyüklüğünde bir farenin beyni elmas bıçağıyla 15.000 ultradin kesitine kesilmeli. Kesitler daha sonra yapısal özelliklerini izleyerek kimyasal veya floresan markör maddeleri ile lekelendirilmeli. Bireysel bölümler ise daha sonra mikroskop ile kaydedilmeli ve buradan 3D görüntüler üretilmelidir.
Lou`ya göre insan beyni için fare ile yapılan çalışmadan 1500 kat daha fazla çalışmak ve veri toplamak gerekiyor. Fare beyni için 8 terabayt gerektiği düşünülürse, insan beynini komple haritalandırmak için neden 20 yıl süre istediği gayet anlaşılır olacaktır.
Özgün Çeviri : İnanç Kaya

5 Eylül 2017 Salı

Alzheimer`ı Görmek İster misiniz?

Fotoğrafa iyi bakın. Şuan da 19. cu kromozomu görüyorsunuz. Bu 19. cu kromozom 864 harf uzunluğunda ve bu alzheimer hastalığı da sadece 334. cu harfin A (nükleotidin Adenin) olması gerekirken, mutasyona uğrayıp yanlışlıkla G harfi (Guanin) olmasi ile oluşuyor. İşte bu 19. cu kromozomun, üzerindeki beyaz leke APOE geni. Bu genin öyle küçücük durduğuna bakmayın. 3 çeşidi var ve her ne kadar karaciğere ve diğer organlara lipoprotein alımından sorumlu olsa da, vucüdun olmazsa olmazı olsa da, kalp hastalıklarından tutunda alzheimera kadar sorumlu olan gen bu işte.



Bu genomdaki çeşitlilik mutasyondan kaynaklanıyor. Bu mutasyondan kaynaklı genlerden hangisine sahip olduğunuz ve hem anne hem babadan ikisinden de aynı mutasyonlu genleri alıp almadığınızla, sağlığınız çok yakından ilgili.

Konumuz Alzheimer olduğuna göre muhattabımız olan gen APOE4. En kötü alt grupta işte zaten bu. Hem alzheimer hem sinir yavaşlatması ya da arteriyoskleroza, bileşsel işlev bozuklukları gibi bir çok kötü diye nitelendirebileceğimiz hastalıklarımızın sebebi.  Şimdiye kadar hep bu gene sahip kadınların, yine bu gene sahip erkeklerden çok daha fazla alzheimera yakalanma riski olduğundan bahsedilmiş, oranlar abartılmıştı.

Los Angeles`ın Güney Kaliforniya Üniversitesi`nden Arthur Toga ve ekibi, farklı coğrafyalardan özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa`dan 55-85 yas aralığında, toplamda 58 bin kadın ve erkekten oluşan 27 ayrı çalışmanın verilerini inceledi, değerlendirdi. DNA analizlerinden  her bireyin genomundaki APOE geninin çesitlerini ortaya koydu. APOE4 gen variyantına sahip insanların, Alzheimer hastalığından diğer gen variyantlarına sahip olanlardan çok daha fazla etkilendiğinin kesin olduğunu dile getirdi.

Genelde her zaman kadınların daha çok risk altında olduğu yanılgısı son veriler ile değiştirildi. Dolayısıyla, APOE4 Alzheimer geni olan kadınlarda, aynı genetik ön yüke sahip erkeklerden daha fazla etkilenme olasılığı sadece 65 ila 75 yaş arasında bir zaman aralığı var.

Araştırmacılar, 55-85 yaş arasındaki daha büyük yaş aralığına sahip tüm deneklerin verilerine dayanarak, "JAMA Nöroloji" dergisinde hastalık riskinin cinsiyetten bağımsız olduğunu kanıtladı.

APOE4 genine sahip hem kadın hem de erkekler, APOE4 geni bulunmayan kişilere göre yaklaşık üç kat daha fazla risk altındalar. Bu genden bir tane bulunan insanlar hafif kognitif bozuklukların olduğu demans riskini çok daha fazla taşıyorlar., Eğer genomda APOE4 gen kopyasından iki adet var ise o zaman alzheimer hastalığı riski çok daha yüksektir. Bununla birlikte, bu genetik yaygınlığa sahip 65-75 yaş grubundaki insanların oranı, kadınlarda 4,4 oranında iken, erkeklerde ise 3,1 oranında olduğu belirtildi.

Araştırmacılar ufak bir oran farkı da olsa neden kadınların biraz daha fazla alzheimer hastalığına yakalanma riskinin olduğunu kesin olmayan veriler ile şu şekilde açıklamaya çalışıyorlar: “Kadınlar erkeklere göre daha çok yaşıyor, menopoz sürecinde ki hormon değişiklikleri beyin işlevleri üzerinde olumsuz etki yapıyor ve bu da alzheimer hastalığını tetikliyor, olabilir.”

Yine de Alzheimer demansı denilen sadece bir APOE4 genomuna sahip kadınların, neden yine bu genoma sahip erkeklerden çok daha fazla korunmasız olduğuna açıklık getiremediler.

Görünüşe göre, 65 yaşından önce, genetik bakımdan alzheimera yatkın kadınlarda hastalığın  görünmez süreçleri denilen kanıksanmış unutkanlıklar meydana gelir ve sonuç olarak, bazı vakalarda demans görülür. Bu nedenle, APOE4 genotipine sahip kişiler gelecekteki araştırmalarda Alzheimer ilaçlarının araştırılmasını kolaylaştırabilirler. Ayrıca, kadınların erkeklerden daha demans geliştirmelerinin nedenini bulmalarına yardımcı olabilirler, deniliyor.

Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak https://www.wissenschaft-aktuell.de/artikel/Alzheimer__Wie_Gene_und_Geschlecht_das_Risiko_beeinflussen1771015590422.html

4 Eylül 2017 Pazartesi

Mantarlar Mahvettiğimiz Toprağı Temizleyebilir,

Büyüleyici iplik de diyebileceğimiz mantarlar, doğa için, tencereye koyduğumuz yiyecekten çok daha fazlasıdır. Topraklarımız üzerinden binlerce kilometre boyunca gizemli ipler gibi dolaşıyorlar. Bazıları parazitler olarak yaşarlar ve acımasızca öldürürler. Diğerleri iş birliği üstatlarıdır.
Bu sözlerin sahibi biyolog Avusturyalı Robert Hofrichter, ailesi ile birlikte 4 yaşından itibaren gittiği mantar toplama gezmelerinden itibaren, mantarlara bir hayranlık beslemiş ve şimdi bir biyolog, doğal bir fotoğrafçı ve sayısız mantar kitabının yazarı.
Bay Hofrichter`in mantarlar hakkında söylediklerini dikkatlice okumak ve uygulamak, mantarları iyi tanımak belki de yaptığımız yanlışlar ile kaybettiğimiz tarımsal toprakları geri kazanmak için önemli olacaktır.
Hofrichter: Gerçekte, mantarlar bildiklerimizden çok daha fazladır. Gizlice yeryüzünde yaşayan gizemli filamentlerdir. (Biyolojik olarak ayrışabilen, doğal yollarla elde edilebilen bio plastik türü). Yüzlerce kilometre uzunluğundaki mantar, bir metre küplük orman topraklarında bulunabilir. Mantarlar topraktaki hemen hemen tüm mineralleri alarak, etrafını çevreleyen bitkilere salıyor ve buna karşılık ağaçlarda onlara, şeker tedarik ederek mantarların büyümesine izin verir. Ağaçlar şekerlerinin beşte birini mantarlara verebilir. İki milyar yıldır hayvan ve bitki cesetlerini çürütmede doğanın kullandığı temizlik işçileridir. Toplamda 1,5 milyon çeşidinin olduğunu tahmin etsek de bizler sadece 69 bin çeşidini biliyoruz ve bu kadarını adlandırdık.
Mantarlar toprağın yanı sıra bitkilerde ve canlılarda da gelişebilirler.. Yağmur ormanlarında karıncalara saldıran ve bitkiler üzerinde zombiler gibi tırmanmalarına neden olan bazı parazit mantarlar bulunur. Karınca, zehirli bir kokteylle öldükten sonra, mantar ipliklerinin vücutlarının dışına çıkmasını sağlar. Önümüzdeki birkaç gün içinde, hayvanın iç organlarını beslenir, meyve gövdesi olgunlaşınca da yeni bir kurbanı aramak için tekrar tatlı sıvı damlatırlar.
Mantarların çok özel bir yaşam tarzı var. Onlar, ne bitki ne de hayvandır. Mantarlar, bitkilerden farklı olarak fotosentez yapamaz, yemek zorunda kalırlar. Bu onları hayvanlara bitkilerden daha yakın yapar. Ancak, hayvanlardan farklı olarak, dişleri veya ağızları ile yemek yemezler. Bunun yerine, yiyeceklerini enzimlerle parçalarlar. Türüne bağlı olarak, enzimleri ile dünyanın hemen hemen her maddesini parçalayabilirler. Araştırmacılar, Amazon'da, bir plastik olan poliüretayı yiyen bir mantar bile buldu. Bu özelliğinden dolayı, kirli toprakları iyileştirmek için insanlar tarafından kullanıla bilinecek, mükemmel temizlikçilerdir mantarlar.
Örneğin, bitkiler zehirli toprakları terk ederse, toprak boyunca çapraz olarak büyüyen bazı mantarları dışarı atar. Mantarlar zehri parçalamakta ya da iplik haline getirmektedir.Kirli olan toprak arındıktan sonra (ki bu süre genellikle sadece bir yıl) tekrar zemin katta salata hazırlayabilir veya bir çocuk oyun alanını açabilirsiniz. Çernobil'de görüldüğü gibi, radyoaktivite bile mantarlara fayda sağlayabilir.
Mantarlar çölde ağaç dikmeye bile yardımcı olabilirler. Sahra'da iklim değişikliğinin bir sonucu olarak çok daha az suya sahip bir halde. Bununla birlikte, araştırmacılar, besleyici meyveleri olan jojoba ağacı ile çok başarılı bir şekilde deneyler yapıyorlar. Kökünü bazı mantarlarla köklendirirseniz, ağaçlar çok daha hızlı büyür. Nedeni: mantarlar toprağa çok derinden nüfuz eder ve suyun hâlâ mevcut olduğu yerlere ulaşır. Ağaca su sağlarlar, bu da onlara su ve vitamin ile can vermek demektir. Vitamin dediğime şaşırdığınızı biliyorum. Şöyle ki: Söz konusu vitamin ise, bu bakımdan mantarlar, insanlara çok benzer. Ayrıca vitamin üretemezler, ancak onlara ihtiyaçları vardır. Bitkilerle olan ortaklık onlara yardımcı olur. Neredeyse gördüğünüz tüm ağaçlar mantarlarla ilişkilidir. Toplamda, bütün bitkilerin yaklaşık yüzde 80 ila 90'ı mantarlarla birlikte yaşamaktadır.
Ben bir biyolog olarak, evrim teorisi olan Darwinizm ile büyüdüm. Fakat sanırım bazen onu tek taraflı olarak anlıyoruz. Evrim denilince, birçoğunun aklında sadece yemek yeme ve hayatta kalma stratejisi ve görevi geliyor. Elbette asalak mantarlarda var fakat genel anlamda mantarlar bize doğa ve yaşanılacak yerin devamlılığı için iş birliğinin ne kadar önemli olduğunu ve evrimde yaşamak için bütün canlıların birbirine ihtiyacı olduğunu göstermesi bakımından MANTARLAR çok önemlidir.
Özgün Çeviri : İnanç Kaya

Kuzey Kore Güneşin İşleyişine Paralel Bir İşleyişte Olan, "Hidrojen Bombası" Yaptı

Bugün( 03.09.2017) yapılan hidrojen bombası deneyi ülke ve komşu ülkelerde 6,3 şiddetinde depreme sebep oldu. Japonya hemen savaş uçaklarını havalandırdı. Radyasyon ölçümü için öteki ülkelerde hemen harekete geçti. ABD başkanı Trump ise Avrupa ülkerinin yaptığı gibi şiddetle bu denemeyi kınadı. Kuzey Kore dışarıya kapalı bir ülke olduğu için Amerika ile atışmasịnda, kimse elinde ne olduğunu bilmiyordu. Bu deney ile bütün dünya şokta.
Çünkü insanlık tarihinde hiçbir bomba deneyi bu kadar büyük bir deprem ve artçı şoklara sebep olmamıştı. Bildiğimiz atom bombasından tam on kat şiddetli bir patlama oldu. Yerbilimi uzmanları ABD ve Almanya`da kaydettiği sinyaller ile dehşete düştüler.
Yinede uzmanlar, Pyongyang'daki rejimin ilan ettiği gibi, patlamanin sebebinin gerçekten bir hidrojen bombası olup olmadığından emin değil. Bu bomba hidrojen bombasi olmayabilir, onun yerine patlayıcı gücü, hidrojen izotopu döteryum ve trityum eklenerek güçlendirilmiş konvansiyonel bir atom bombasi olabilir´deniliyor.
Peki, hidrojen bombaları konvansiyonel nükleer bombalar ile ne fark eder?
Geleneksel atom bombaları tahrip edici gücünü uranyum veya plütonyum çekirdek parçacıklarından türetirken hidrojen bombaları, elementin çekirdeğinin füzyonunu yani füzyonunu kullanır. Bildiginiz günesin calisma prensibi gibi.
Nükleer füzyon süreci aynı zamanda güneşte gerçekleşir ve devasa enerji miktarlarını serbest bırakır. Nükleer fisyonla elde edilen enerjiden çok daha fazla bir enerji söz konusu burada.
Bununla birlikte, bu çekirdek füzyonu için aşırı sıcaklıklar ve basınçlar gereklidir. Bunu üretmek için yine atom bombasına ihtiyaç duyulur. Bu nedenle, hidrojen bombaları, füzyon işlemi için bir tür sigorta olarak atanan bir atomik patlamayla, iki aşamada oluşturulmuştur. Bu durumda, bomba içerisine giren hidrojen izotopları döteryum ve trityum çekirdeği, kaynaşacakları şekilde kuvvetle yoğunlaşır.
Sonuç olarak, tasarım kısıtlamalarına tabi olan tek aşamalı atom bombalarından daha büyük boyutlara sahip hidrojen bombaları ile çok daha fazla atomik patlama meydana gelebilir. Bu nedenle, füzyon prensibine dayanan bombalar daha etkili sayılır.
Son derece karmaşık iç yapısı nedeniyle, geleneksel bir atom bombasına göre bir hidrojen bombası inşa etmek oldukça zor. Hindistan`da Kuzey Kore gibi hidrojen bombasina sahip olmak icin can atıyor.
Dünyadaki ilk iki aşamalı gerçek hidrojen bombası, Ivy Mike Operasyonu olarak bilinen 1 Kasım 1952'de Pasifik'te test edildi. Sovyetler Birliği ertesi yıl bir füzyon bombasını test etti. Ancak bu silahlar misyonlar için henüz uygun olmayan prototiplerdi. Iki ülkede bunu asla savaşlara sokmadılar.
Bu gelişme “3. Dünya savaşını bilmem ama 4. Dünya savaşı taş ve sopalar ile olacak” diyen Einstein`ın sözünü kaygı ile tekrar hatırlattı.
Özgün Çeviri : İnanç Kaya

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...