6 Kasım 2017 Pazartesi

Uzay Uçuşlarının Gerçekleştirilmesini Sağlayan Mucit, Konstantin Ziolkowski,

“Dünya insanlığın beşiğidir, Ancak hiç kimse beşikte, sonsuza kadar kalamaz. Güneş sistemi de, bizim anaokulumuzdur.” sözünün sahibi, olağanüstü öngörüsü ve fikirleriyle, çağının çok ötesinde bir beyin, Ziolkowski.


Her ne kadar Çarlık Rusya`sında çok az ilgi görmüş olsa da, daha sonra Rus politikacıları Ziolkowski adını ölümsüzleştirmek için çok iyi adımlar atmışlardır. Ayın karanlık yüzünde bir kratere ve bir asteroide adı verildi. Hayatının uzunca bir kesitinin geçtiği Kaluga`da ki evi uzay müzesi oldu. Portresi, bozuk paranın (1 ruble) arka yüzüne basıldı. Bir Rus şehri olan Uglegorsk`un adi,, 2015 yılında Putin`in girişimi ile Ziolkowski olarak değiştirildi. Berlin`in Marzahn semtindeki 6. Politeknik Lisesi'nin adı 1990'dan sonradan Ziolkowski olarak değiştirildi. Sadece Rusya değil, bilime yatırım yapan bütün ülkeler, Ziolkowski adını ölümsüzleştirmek ve duydukları saygıyı göstermek için girişimlerde bulundu.
Apollo 13`ün görüntülediği, Ay`in karanlık yüzündeki Ziolkowski krateri


Çarlık Rusya`nda sefillik çeken mucide, SSCB son zamanlarında sahip çıkmış olsa da, Sovyetler Birliği'nin siyasi sisteminde, Ziolkowski'nin eserleri artık hak ettiği gibi tanınmış ve desteklenmiştir. Onun düşüncesi hiç olmadığı kadar, popüler olmuştur.

Hayatı, Fikirleri ve Dünya`da Tanınması

1857 yılında dogan Ziolkowski, 10 yaşında geçirdiği kızıl hastalığı sonucu duyma yeteneğini kaybetti ve okuldan ayrılmak zorunda kaldı. İster istemez kendini toplumdan soyutladı. Babası, Polonya kökenli ortodoks bir rahip, annesi ise tatar kökenli bir ev hanımıydı. Eğitimine evde kendisini yetiştirerek devam etmeye başladı. Jules Verne`nin romanlarını okudu ve çok etkilendi. Bilim kurgu ile tanışması işte bu dönemde oldu. Babasının küçük kütüphanesinde çok fazla zaman harcıyor, fen ve matematik kitaplarını okuyordu. Kitaplardan mekanik, diferansiyel ve integral hesabı prensiplerini öğreniyordu. Zorlukların üstesinden gelmek, problem çözme, kendi düşünce modellerini yaratma konularında, kendisini geliştirmek için şehrin kütüphanesini sık sık ziyaret ediyordu.  

Ailesi Ziolkowski`yi okuması için, 16 yaşındayken, Moskova`ya göndermiş olsa da buna ancak, maddi imkansızlıklardan dolayı 3 yıl dayanabiliyorlar. Orada astronomi, mekanik ve geometri okuyarak, kendisini daha çok geliştirdi. Ancak okulu bitiremeden evine geri döndü. Yaşadığı Kaluga`ya döndükten sonra matematik öğretmenliği yaptı. Evlendi ve bir çocuğu oldu. Rus Devrimi sırasında toplumdan tamamen soyutlanmış, kendini uzay uçuşları hakkında teorik bilgiler içeren kitaplar ve bilim kurgu romanları yazmaya verdi.

Konstantin Eduardowitsch Ziolkowski, uzay yolculuğunun öncülerinden en önemlisidir. Modern astronominin kurucusu ve bu alanda en ünlü amatör araştırmacı olarak kabul edilir. Hatta Tolstoy ünlü bilim kurgu romanı “Aelita” da uzay gemisi betimlemesi ve bilgileri tamamen Ziolkowski'nin fikirleridir. Onun teknik vizyonu, ancak, hayatının son evrelerinde bilim insanları ve teknisyenler tarafından anlaşıldı.

Uzay uçuşlarında, roket yapımında, birçokları için ilham kaynağı oldu. Kitaplarının ve teorilerinin ilk dikkat çekmesi, avrupalı roket yapımcıların kitaplarını okuması ile 1923 yılında oldu. Tahta bir kulübede, kendi halinde yaşayan ve neredeyse hiç duyamayan büyük mucide, daha sonra ülkesi, bilime kazandırdıklarından dolayı, emekli maaşı bağladı. Kıymetinin bilinmesinden 12 yıl sonrada öldü.

Ölümüne kadar uzay ve hava taşımacılığı üzerine 35 kitap, 500 kadar makale yazdı. 1886`da “Balon Metallitscheski” ( Tamamen metalden uzay gemisi teorisi), 1892`de “Theoria Aerostatika” en önemlilerindendir.

İnanılmaz bir öngörü ile, 1895 yılında ilk defa bir uzay kulesini ve bir uzay asansörü yapımını önerdi. Bu konuda çizimler ve hesaplamalar yaptı.

Evindeki bir odada, ilk rüzgar tünelini inşa etti. Farklı nesnelerin, hava direncini ölçerek, deneyler yaptı. Her geçen yıl daha fazla kendini, roket bilimine adadı.

İlk önce havai fişek ve askeri amaçlarla kullanılan katı roket güçlendiricilerin, uzay uçuşları için çok zayıf olacağını fark etti. Bu nedenle, sıvı roket iticiler (hidrojen, oksijen ve hidrokarbonlar) kullanımı önerdi. İşte bu, uzay uçuşları için bir devrimdi.

İşinin ve teorilerinin doruk noktası “Tepkili başlıklı(roketli) uzay gemisi ile keşif” adı altında, Rus dergisi Scientific Rundschau`da 1903 yılında, yayınlanan “roket denklemi” ile ilgili makalesi oldu. Ziolkowski yazısında, sıvı itici roketlerin çalışma prensibine ek olarak, yanma odasını, soğutma roket iticilerin ve merkezkaç kontrollerini detaylı bir şekilde anlatarak, “çok kademeli roket” ilkesini bilime kazandırdı. Ülkesi, bu ilkeler ile uzay roketleri projesinde ilklere imza attı. Uzay araçlarını, Dünya`nın yer çekiminden kurtarmayı başarıp, diğer gezegenlere seyahati gerçekleştirebildiler.. .

Ziolkowski, Roket biliminin kurucusu, Tepkili motorların mucidi, uzay istasyonları, uzayın endüstriyel kullanımlar ve kaynaklarını kullanımı konularına ilk değinen bilgin.  İnsanoğlunun, 1957 yılında, uzay yolculuğu yapacağını söyledi. ( Yuri Gagarin 1961`de uzaya çıkan ilk insan oldu.). Ne yazık ki, fikirlerinin pratikte uygulanmasına tanık olamadı. 1935`te vefat ettiğinde Rus halkının neredeyse tamamı kendisini “uzay yolculuğunun öncüsü” olarak tanıyordu.


Özgün Çeviri ; İnanç Kaya
Kaynak : http://www.geo.de/magazine/geo-epoche/16975-rtkl-konstantin-ziolkowskij-vision-eines-sonderlings

https://de.wikipedia.org/wiki/Konstantin_Eduardowitsch_Ziolkowski





5 Kasım 2017 Pazar

400 Yıldır Kanıtlanamamış “Kepler Varsayımı”

Yaklaşık 400 yıl boyunca, matematikçiler Johannes Kepler tarafından yapılan bir iddiayı kanıtlamaya çalışıyorlar. Bu, modern matematiğin artık bir bilgisayar olmadan yapılamayacağının ve yine de makinelere karşı  güvensizliğin olduğuna dair, bir göstergedir.

Tabii ki gök bilimci olarak Johannes Kepler'i bilhassa güneş sistemindeki gezegenlerin hareketi üzerindeki astronomik çalışmasından dolayı biliyoruz. 17.ci yüzyılın bilimsel devriminde adını altın harfler ile tarihe yazdırmış, çok yönlü bir bilim insanıdır.


Kepler birçok şeyle meşguldü. Örneğin, bir maden drenaj pompası tasarladı, şarap kutularının hacmini hesaplamak için bir formül geliştirdi ve ilk bilim-kurgu anlatımlarından biri olan "Somnium" u yazdı. 1611'de "Altıgen Kar Taneleri Hakkında" başlıklı bir çalışma yazdı.

Kepler, kar tanelerinin düzenli olarak büyümesini belirleyen güçlerin araştırmasına dayanarak, küresel ambalajın maksimum yoğunluğunun hesaplanmasını inceledi.
İngiliz matematikçisi ve gök bilimci Thomas Harriot, topların taşınması esnasında, gemilere nasıl en iyi istifleme yapılması, gerektiğini düşündü ve arkadaşı Kepler ile bu sorunu tartıştı.

Günümüzde, topların gemiler ile taşınması, insan yaşamında önemli bir rol oynamasa da bu sorunun eğilimi, şimdiki zamanda yuvarlak meyveler ve nesnelerin taşınması ve istiflenmesi sorunu halinde yine kendini gösteriyor. Örneğin: Mümkün olduğunca alandan faydalanmak adına, portakalları (veya diğer yuvarlak meyveleri) belirli bir hacimle nasıl istifleyeceğiz?


Aynı boyuttaki bir sürü topu tesadüfen bir kutuya atarsanız, bu yüzde 65'e kadar hacim doluluğu sağlayacaktır. Ancak Johannes Kepler, yaklaşık 400 yıl önce, daha iyi bir yol buldu. Topları altıgen şeklinde, en alt pozisyondan başlayarak düzenledi. İkinci katmanın topları daha sonra birinci katın en alçak noktalarına yerleştirdi. Yuvarlak nesnelerin istiflenmesinde, örneğin, portakal piramidi oluştururken, esnaf bunu sezgisel olarak kullanıyor olsa da´, Kepler bunun en uygun olanı olduğunun, matematiksel formülünü de bulmuştu.

Bu sayı, Kepler'in hesaplamalarının sonucudur, açıkladığı şekilde topları istif ederseniz hacmi yüzde 74.0480'e kadar doldurursunuz. Bu erişilebilen maksimum yoğunluktur. Daha da yüksek bir yoğunluğa ulaşmak için topları istiflemenin, başka bir yol yoktur.

Kepler bu ifadeyi matematiksel olarak bulmuş olsa da kanıtlayamamıştır. Bu yüzden ona neredeyse 400 yıldır sadece “Kepler varsayımı” denmiştir. Çünkü basit gibi duran bu formülü kanıtlamaya yönelik sayısız çabaya rağmen, matematikçiler defalarca başarısız olmuştur.
Sadece 1998'de Amerikan Thomas Hales bir kanıt sunabildi. Onun yöntemi ise hala tartışmalıdır.

Çünkü, Hales, sadece Kepler'in tahminini çok sayıdaki fakat sonsuza dek olmayan davalara bölmeyi başardı ve bu problemin tümünü, birkaç yıl boyunca uğraşarak,  bilgisayarda test etmeyi başardı. Nihai kanıt 250 sayfadan fazla kayıt ve üç gigabayt bilgisayar verilerinden oluşuyordu. Bu kanıtları, gözden geçirenler Hales'in çalışmalarını dört yıl boyunca inceledi ve daha sonra kanıtın doğruluğundan, yüzde 99 emin olduklarını söylediler.
Bununla birlikte, “bilgisayar tarafından gerçekleştirilen tüm sayısal hesaplamaların doğru olduğunu, kesinlik ile söyleyemeyiz.” diye de eklediler.

Matematikte yalnızca “kesin sonuçlar”, kesin sayılır. Hales, 2003 yılından bu yana, yine de Kepler'in varsayımının resmi olarak eksiksiz bir kanıtı üretmek için çalışıyor. Bunun için mantıksal ifadeleri, bilgisayar programları ile kontrol edebilen ve soyut bir programlama diline çevirebilen bir program üzerinde çalışıyor.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spektrum.de/kolumne/seit-400-jahren-fast-unbewiesen/1515193

Matematikle Özgürlük Ve Mutluluğa Ulaşma

Bu çok iddialı bir söz gibi gelse de, tanınmış Avusturyalı matematikçi ve yazar olan  Rudolf Taschner`in son kitabında yer alıyor. Kitap, okullarda matematik eğitimi ve eğitim kalitesini yükseltecek öneriler ile dolu.  Bir makale formunda, yazar kitabında, matematiksel düşünceleri ve bunların toplumsal önemini inceleyerek, matematik eğitiminin amaç ve pratiklerine eleştirel bir bakış getiriyor.

Taş devri, antik dönem veya Orta çağda da olsa, sayıların daima güç ve mülkleri temsil ediyordu.  Kabile erkekleri, kendine ait olanın ve karşıt kabilelerin elindeki gücü karşılaştırarak, bir kavganın değerli olup olmadığına karar verebiliyorlardı. Bu karşılaştırma, daha sonraki temel işlemlerin veya hatta kredi ve borç kavramının kökenleri ve ticari muhasebe olacaktı.

Orta çağa kadar sadece birkaç kişi gerçekten sayma işlemini yapabiliyordu. Onun içinde 17 torba buğdayın fiyatını hesaplamak için bir denetçiye gidilir, bu prosedür izlenmeden alışveriş yapılamazdı. Matematik bilmemek, halkın boynunda bir prangaydı.

Bu anlamda, yazara göre, matematik özgürlüğe katkıda bulunur. Bugün özgür olmak isteyenler, matematik işlemlerinde tamamen dijital cihazlara güvenmemeli. Elbette kullana bilinir. Fakat hesaplamanın sonuçlarının nasıl ve ne kadar mantıklı olabileceğini anlamalı, dijital cihazdan çıkan sonuçları, mantık süzgecinden geçirip, kontrol edebilecek kadar matematiğe de hakim olmalı.

Taschner'e göre, matematik eğitimi üç direğe dayanıyor olmalıdır.

1.ci Direk:  Öncelikle, herkesin modern dünyada yolunu bulması gereken pratik temel becerilerinin üzerine gidilmelidir. Bunlara kaba hesaplamalar dahildir; Ekleme, çıkarma, çarpma ve bölme gibi temel işlemleri anlama (sadece otomatikleştirmek değil); kesirler, oranlar, yüzdeler ve değişkenlerin kullanımı. Bir soruyu çözmede aranılan yolları ve bu yolların, kendini çözüme ne kadar yaklaştırdığını ya da uzaklaştırdığını bir çocuk görmeli. Muhakeme budur. İşte ilk yapılması gereken, bilgi vermek yerine çocuğun muhakeme gücünün gelişmesini, sağlamaktır.

2.ci Direk: Daha ziyade, öğretmeye burada başlanılmalıdır. Kültürel bir varlık olmamızda matematiğin önemi belirtilmeli. Matematik eğitimi neden önemlidir? Bu sorunun cevabını, kendi görüşlerimiz ile çocuklara sunarken, en azından önemli matematikçilerin düşüncelerini anlamaya başlamaları, sağlanmalıdır.

3.cü Direk:  Üstün yeteneklileri ve Bilime kazandırılacak öğrencilere  "Matematik, bilimin kapısıdır. Bu kapıyı açmadan yürüyemezsiniz." diye açıklanmalıdır. Böylelikle, diferansiyel matematik, cebir, geometri artık matematiğin günlük hayatta ve bilimde ne ise yarayacağını bilen bilinçli öğrenciler için, kabus olmaktan çıkacaktır.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spektrum.de/rezension/buchkritik-zu-vom-1x1-zum-glueck/1515551

Vahşi Hayvanların Şehir Hayatına Uyum İçin Turbo Evrimi

Dünyada her iki kişiden biri şehirde yaşıyor.Metropoller sadece insanlar için değil, hayvanlar içinde çok cazip. Ancak sadece adapte olanlar, gökdelenlerin arasında ilerlemeye devam edebiliyorlar.

Güvercinleri, tilkileri, kertenkeleleri, kelebekleri, fareleri, tahtakuruları vs.  kentlerdeki yaşam vahşi hayvanların gelişimini nasıl etkiliyor?  Kanada ve ABD'den araştırmacılar, konuyla ilgili 192 ayrı çalışmayı inceledi ve "Bilim" dergisinde büyüleyici örnekler sundu. Buna ek olarak,: kentlerde evrimin tam olarak nasıl gerçekleştirdiğini bilmek istiyorlardı. Bu konuda örneklerde, kanıtlarıyla birlikte yazıda yer alıyor.


Zaten ilk yerleşime geçen insan toplulukların çiftçilikle uğraşmasından dolayı, yaklaşık 12.000 yıl önce fareler ve sıçanları yerleşim yerlerine çektikleri biliniyor. Bugün, tüm insanların yüzde 55'i şehirlerde yaşıyor ve sayı yükseliyor. İnsanları takip eden hayvanlar, vahşi doğada kendi türlerinden farklı olarak yaşıyor: Kapalı zeminler, izole yeşil alanlar, daha yüksek sıcaklık, daha fazla hava, ışık ve gürültü kirliliği var. Birçok türün alışık olmadıkları bu şartlara adapte olması ve vahşi doğada yaşayan kendi türlerinden farklı evrimleşmiş olmaları kaçınılmaz bir sondu. Doğada başarı sözcüğü “Evrilmeyen, devrilir.” prensibi ile kentlerde yaşamaya devam etmek için ortam koşullarına uyum sağlamaları çok önemliydi.

Kasaba gibi küçük ölçekli yerleşim yerlerinde türlerin çeşitliliğinin azaldığını ve istilacı türlerde ise tür çeşitliliğin arttığını Toronto Airport Üniversitesi araştırmacıları dile getiriyorlar. Kentlerde gerçekleşen hızlı evrimin çok farklı sebepleri olabilir. Buralardaki vahşi hayvanların evrimi, kendilerini izole etmiş, küçük gruplarda bile kendi aralarında gen değişikliği ile gerçekleşiyor olması dikkat çekiyor. Her kentte koşullara göre, farklı gruplar ayni türden olsalar dahi, farklı gen değişiklikleri ile, genetik materyallerinde kendilerine özel avantaj sağlayan mutasyonlara sahipler.

İşte bu konuda ilginç örneklerin bazıları :

19. Yüzyılın başlarında sanayileşmenin yoğun olduğu dönemlerde, kentsel kirlilikten dolayı ağaç kabuklarında koyulaşma olmuştu. Şehirlerde yaşayan kelebekler ve güveler ise bir mutasyon geçirerek, kanatlarını kondukları ağaçlarda, kendilerini yiyecek olan düşmanlarına açıkça görünmemek için kanatlarını da koyu renge dönüştürdü. Böylece kirli ağaçlarda kamuflajlarını daha iyi gerçekleştirdiler. Araştırmacılara göre kentsel kirlilik, mutasyon oranını daha çok artırıyor. Bununla ilgili ellerinde kanıtlarda mevcut.

Porto Riko şehrinde,  Anolis cristatellus kertenkeleleri, şehir yaşamına uyum için yapay yüzeylere daha iyi tutunabilecekleri, daha uzun bacaklar ve parmak lamları geliştirdiler. Bu değişim kendi türlerinin öteki bölgelerde yaşayan üyelerinde görülmüyor.

Amerika kasabaları ve şehirlerinde, insanların kendilerine sunduğu büyük ayçiçek çekirdeklerini daha iyi yiyebilmek için gagalı hayvanlar, gaga formlarını geliştirdiler. Yiyecek formu ve büyüklüğüne uygun mükemmel gagalara sahip olan mutasyon ile uyumu başardılar.

Araştırmacılar, "Vahşi hayvanların genetik ayarlamalarının, tipik olarak böcek ilacı kullanımı, kirlilik, yerel iklim veya kentin fiziksel yapısındaki değişikliğe tepki olarak geliştiğini " söylüyor.  Geniş caddeleri ve devasa binaları ile kentsel yaşam, birçok hayvan hayatını ve mutasyonlarını, türlerinin öteki bireylerinden, ayırıyor. Böylece, New York'taki beyaz ayaklı farede olduğu gibi, fare gruplarının bireysel popülasyonlarını, bir basamak öteye taşıyor.

Şehirdeki vahşi hayvan evrimleri konusunda daha çok araştırma, gelecekte de kent yaşamında, daha iyi sürdürülebilir hayat ve parklar konusunda yardımcı olabilir.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spiegel.de/wissenschaft/natur/wildtiere-turbo-evolution-in-der-stadt-a-1176320.html?utm_source=dlvr.it&utm_medium=%5Bsocial%5D&utm_campaign=%5Bwissen%5D#ref=rss

4 Kasım 2017 Cumartesi

Toprağın 10 Kilometre Altında Yaşam İzleri

Pasifik Okyanusu dibindeki depozitolar, organizmaların on kilometre derinlikte hayatta kalabileceğini göstermektedir.


Dünya üzerindeki yaşam daha önce bilinenlerden daha yaygın olabilir. Pasifik`in dibindeki çamur volkanlarında yapılan bir incelemede, mikroorganizmaların deniz tabanının 10.000 metre altında da, geliştiği sonucuna varılmıştır.


Bu derinlikte, daha önce yaşam limiti olarak kabul edilen 122 santigrat derecesi aşılmamıştır. Bilim dergisi ABD Ulusal Bilimler Akademisi`nden Oliver liderliğindeki uluslararası bir ekibin hesapları ve incelemelerinin sonucu Bilim dergisi PNAS`de yayınlandı.  Araştırmacılar Pasifik tektonik Filipin plakasının altında hareket eden ve suyu manto içine alan, Batı Pasifik bölgesindeki Izu-Bonin-Mariana yitim bölgesinden tortularr, çekirdekleri inceledi.



Alan Japonya'dan 2800 kilometrelik bir mesafede, Guam'ın Marianas adasının güneyinde, yaklaşık 11,000 metre derinliğinde dünyanın en derin okyanus alanlarını içeriyor.
Bölgedeki bir fenomen, çoğunlukla serpantin içeren büyük çamur volkanlarıdır. Mineral ile su teması üzerine mantoda yumuşak kaya oluşuyor.


Serpantin derinliklerinde parçalanır, suyla karıştırılır ve düşük yoğunluğundan dolayı sert çamur olarak deniz tabanına yükselir. Çamur, süreçlerin izlerini derinliklerinde arşivleyen kayaları da kapsar. Araştırmacılar, böyle bir çamur volkanından, Güney Chamorro'nun denizden 2000 metre yukarısına çıkarılan, matkap çekirdeklerini analiz ediyorlardı. Çekirdeklerde farklı derinliklerde organik maddeler buldular.


Kökeni belirsiz, ancak analizler, proteinler, lipidler ve nükleik asitler gibi bakteriyel maddelere çarpıcı paralellikler gösterdiğini fark ettiler.. Bu bir organizmanın dolayısıyla bir yasam olduğunu gösterir.


Bir sonraki adımda, araştırmacılar burada yaklaşık 3000 metre derinliğinde denizin hangi derinlikte, yani 122 derece santigrat derece altında hesapladılar - bu sıcaklık yaşamın sınırı olarak kabul edilir. Deniz tabanındaki derinlik, basınç ve sıcaklık dışında, kayaçların iletkenliği ve yoğunluğu da göz önüne alındı.


Bu nedenle, Marianen Vorbogen (Forearc) 'da 122 derecelik maksimum derinlik, deniz tablasından yaklaşık on kilometre altındadır. Ekip, "Bu nedenle, dalma bölgelerinin alt bölgelerindeki mikropların ömrü bu derinliğe ve ilgili basınca kadar dayanıyordu" diye ekliyor.
Orta Atlantik Sırtında Atlantis masifi için gösterilen önceki hesaplamalardan çok daha derinde yasam olduğu ve tamamen farklı koşullara hakim olduğu bilim insanları tarafından görüldü


"Yeryüzünün yüzeyine bağlantısı olmadan Marianas Vorbogen gibi deniz tabanının altında derin bölgede yaşayan mikroplar, tanınmış eko sistemler ile çok az benzerlik gösteren bir sisteme sahip olabilir."


Bremen Üniversitesi Kai-Uwe Hinrichs için çalışma,  tüm ülke çapındaki deniz altlarında, organizmalar yaşadığı, varsayımını doğruluyor. Bilim insanları, organik maddenin kökenini açıkça söylemezseler de, jeokimya uzmanı bir organik olduğu ve bunun için derin biyosferde yaşıyor olabileceği, dile getirildi.


Özgün Çeviri : İnanç Kaya

Bu Yüzden FBI, Einstein Hakkında 1.400 Sayfalık Bir Dosyaya Sahip.

Dünyaca ünlü fizikçi, ırkçılık, milliyetçilik ve nükleer bombalar konusunda çok açık ve keskin ifadeli, cesaretli bir şekilde fikirlerini söylüyordu. Bu durum FBI başkanı, J. Edgar Hoover'a karşı derin bir güvensizlik demekti.

Aralık 1932'de FBI kendisine gizli bir dosya açtığında Albert Einstein zaten dünyaca ünlü bir fizikçiydi. Kendisi ve eşi Elsa anavatan Almanya' dan yeni ABD'ye göç etmişlerdi ve Einstein zamanının toplumsal kaygılarından söz ediyordu. Diğer şeylerin yanı sıra, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı halkla konuşuyor, röportajlar veriyordu.


18 Nisan 1955'te öldüğü sırada, FBI dosyasında 1.427 sayfa yer alıyordu. Hoover, adamın muhtemelen bir komünist olduğunu, bunun yanı sıra ise kesinlikle "aşırı bir radikal" olduğu kanaatine vardılar.
.
Einstein, kendisi hakkında böyle söylendiğini, bilseydi, muhtemelen yüksek sesle gülerdi. Evde Naziler'den çok daha kötü şeyler duymuştu. Ne bürokrasi ne de Nazilerden korkmadı, istemediği hiçbir şeyde iş birliği yapmadı. 1901'de "Yetki şımarık gerçeğin en büyük düşmanıdır" dedi.

Günümüzde birçok bilim insanları da kesinlikle aynı fikirde.

ABD'de, ulusal bilim bütçesindeki kesintileri ve Trump yönetiminin bilime karşı söylemleri, bütçe kısıtlaması bilim insanlarını ve halkı protesto yürüyüşü yapacak şekilde, harekete geçirdi. Bilim adamları, öğretmenler ve diğer bilim destekçileri, ocak ayında,  kadınlar ise mart ayında benzer şekilde Washington'da bir protesto gösterisi düzenliyorlar. Hareket büyüdü ve dünyada metropol şehirlerde de yüzlerce protesto gösterileri düzenlenmesi bekleniyor.
.
Protestocular, “bilimin temsil ettiği her şey için yürüyoruz.” diyorlar. Toplumun her katmanında kanıta dayalı karar verme, akıl, açık görüşlülük için haklarını arıyorlar. Tıpkı Einstein gibi.

Protesto 170'den fazla bilimsel organizasyonun desteğini alsa da, katılımcı bilim adamları arasında ateşli tartışmalar devam ediyor. New York Times, bir jeoloğun protesto yürüyüşü hakkında, “Şüpheli bir jeolog” yazdığı gibi, diğer bilim insanları hakkında da "Bilim adamları, sadece [...] kültür savaşlarında kaybeden başka bir gruba hizmet etmektedir.” yorumuyla protestolara karşı manşetler atmaktadır. Einstein'ın isyankar yaşamı düşünüldüğünde, “Bilim için yürüyüş” destekçileri, şimdiye kadar yaşayan en büyük bilim adamlarından birinin düşünceleri doğrultusunda, hareket ettiğini,  söyleyebiliriz.

Einstein'ın itaatsiz tavrı on beş yaşındayken okulu terk etmesine neden olmuştu, bu yüzden doğdugu ülkenin vatandaşlığından 17 yaşındayken vazgeçti. Artık otoriter Alman okulları ve nefret ettiği militarizmle hiçbir ilgisi olsun istemiyordu.

Bunun yerine Einstein İsviçre'deki Zürih'teki Politeknik'i ziyaret etti ve bir İsviçre vatandaşı oldu. Mezun olduktan sonra, 1905'te görelilik ve kuantum teorisi üzerine yaptığı devrimci çalışmayı yazdığı sırada da Bern'de bir patent bürosunda çalışıyordu.

Einstein, Berlin Üniversitesinde ünlendiği yıl olan 1914`e kadar Almanya'ya dönmedi. Daha sonra güneş tutulması gözlemlenerek muhteşem bir şekilde 1919 yılında teyit edildi ve o zamandan beri evren anlayışımızı şekillendiren Görelilik ve Yerçekimi hakkında fikirlerimiz gelişti.

Almanya`da 1920 yılında teorileri için “Sahte haber” başlığı atılmaya başlanmıştı bile. Einstein aldığı sayısız ölüm tehditlerine karşı tek yaptığı tedbir, yolda yalnız giderken kalabalıktan uzak durmaya çalışmaktı. Hatta, Görelelik kanunlarını, nazi partisi ve destekçileri “Yahudi sapıklık” olarak kınadı.  

Ancak tehditler onu susturmadı. Bunun yerine, dünyadaki istismarlara karşı konuşmak için yeni keşfedilen şöhretini defalarca kullandı. “ Bir zamanlar, kötülüğün karşısında kötülük, düşündüğüm için, kendimi onların suç ortaklıkları gibi hissettim" dedi.

Einstein, 1933'te Londra' daki Royal Albert Hall'da “Bilim ve Medeniyet” isimli konuşmasında, militan milliyetçiliği kınadı. 1929'da milliyetçiliği  "İnsanlığın Kızamıkları" olarak nitelendirdi.
Ayrıca kapitalizmi sorguladı.1931 yılında yazdığı "şiddeti (...) sosyal sınıf farklarını sebep gösterilmesine rağmen ben yine de haklı bulmuyorum  Herkes tanrısallaştırıldı, bir kişi olarak, kişiliğe ve emeğe saygı yok sayıldı." dedi.

Irkçılıkla mücadele etti. 1937'de Afrika kökenli Amerikalı şarkıcı Marian Anderson, Einstein'ın yeni memleketi olan Princeton, New Jersey'de bir otel odasından yoksun ve yalnız bırakıldığında ve Einstein ve Elsa evlerine davet etti.

Einstein atom bombası projesinde rol oynamadı. Fakat 1945 yazında, Başkan'a, Manhattan Projesi bilim adamlarıyla görüşmeyi tavsiye eden bir mektup daha yazdı. Roosevelt mektubu okuyamadan önce 12 Nisan'da öldü. Einstein Japonya'nın Hiroşima kentine bir atom bombası düştüğünü, ağustos ayında öğrendiğinde, sadece fısıldayarak: "Aman Tanrım." diyebildi.

Hayatının geri kalanında yorulmadan, ısrarla, nükleer silahların uluslararası denetim altında tutulmasını savundu. Atom çağında, savaşın bir çeşit delilik haline geldiğini savundu.
Sadece Einstein'ın bugünkü siyasi atmosferinde ne söyleyeceklerini tahmin edebiliriz. Ancak daha hükümet darbesi dönemine olan tepkisini biliyoruz: 1950'lerin anti-komünist histerisi içinde olan halk ve politikacılar, Einstein`a “herhangi bir entelektüel” deyip, küçümsediler.

Einstein hakkında, Washington Post ve New York Times da dahil olmak üzere ülke çapında gazetelerde öfkeli yazılar yazıldı, gururuna ve onuruna saygısızlık edildi. Einstein, vicdan ile eğitimi harmanlamış, prensipleri ve öngörüleri ile de unutulmaz bir bilim insanidir. Kişisel hırsları asla vicdaninin önüne geçmediği, her alanda açık fikirli ve cesur olduğu için hala gelmiş geçmiş, en büyük bilim insanları arasında yer almaktadır. Bu sonsuza kadar da böyle devam edecektir.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : http://www.nationalgeographic.de/geschichte-und-kultur/2017/04/darum-hatte-das-fbi-eine-1400-seiten-dicke-akte-ueber-einstein

Mühendisler Ahtapottan Esinlenip, Kamuflajlı Robotlar Yapacak

Hayvanları doğal ortamlarında gözlemek için, bilim adamları bazen robotlar kullanır. Fakat yine de bu konuda acemice kamuflaj yapılmış olduğu için, görünür ve böylece hayvanları korkutur. Ahtapotlar, daha iyi kamuflaj yapabilmemiz için harika yollar gösterdiler.


Ahtapotlar sadece akıllı sayılmakla kalmaz, aynı zamanda kendilerini mükemmel biçimde kamufle edebilirler. Bilim adamları hayvandan birkaç hüner alarak yeni, bir materyal geliştirdiler. Yeni kamuflaj ile hayvan gözlemleri daha kolay olabilir. Fakat aynı zamanda askeri uygulamalar da kullanımı mümkün olduğundan sonuçlar heyecan yarattı.



New York, Cornell Üniversitesi'nden James Pikul liderliğindeki bilim insanları, silikon içinde esnek, ancak gerilebilir bir lif ağını geliştirdi. Silikon cilt şişirilirse görünür şekle gelen robot yaptılar. Araştırmacılar "Science" dergisine sonucu paylaştılar. Makaleye göre; Sistem, şişen nesnenin, şişirilmeden önce etrafına sarılan bir balona benzer şekilde çalışılıyor.


İtalya'nın Pisa kentindeki Sant'Anna İleri Araştırmalar Okulu'ndan Cecilia Laschi, "Bilimsel" bir yorumda "Sonuçları etkileyicidir. Örneğin, hayvan araştırmalarında robotlardaki bu teknolojilerin uygulama alanlarını çok geniş. Yumuşak robotlar, çevreye uyum sağlayarak kendilerini gizleyebilirler. Bu, onların doğal yaşam alanlarında birçok türe yakınlaşmalarını sağlar. Kamuflaj, aynı zamanda askeri robotlarda da kullanıla bilinir." yazdı.


Suni kamuflaj üretiminde önemli bir iş birliği ortağı, Woods Hole'daki (Massachusetts, ABD) Deniz Biyolojik Laboratuvarından Hanlon ve ekibi,. ahtapotların, kendilerini gizlemek için çevreye uyum sağladıklarında, derisindeki değişimin, neler olduğunu araştırdı.


Böylece, Hanlon ve ekibi ahtapot derisinde papillerin (kabarcıkların), siğil benzeri yapılarının işleyişini açıkladılar. Bu yapılar, ahtapotu, kaldırıp alçaltabiliyor. Hanlon`un yaptığı açıklamaya göre, "kabuksuz yumuşakçalar olan ahtapotların, temel savunmaları şekli, değişen derisidir."


Bundan ilham alarak mühendisler, üç boyutlu bir yapıya dönüşebilen iki boyutlu bir materyal geliştirdiler. Pikul, "Mühendisler yumuşak, esneyebilen malzemelerin şeklini öğrenmek için çeşitli yollar geliştirdiler, ancak kolay, hızlı, güçlü ve kontrol edilmesi kolay bir hale getirmek istediler ve bunun için ahtapotlar ilham oldu" dedi.


Bu malzeme, şişirildiğinde iki farklı yapıya sahip olan bir membran (bazal zar) oluşturur: Saf silikon yüzeyleri önemli derecede gerginken, iplik örgüsüyle olanlar oldukça sağlam dururlar. Elyaflar ahtapot kaslarının görevlerini devralır, silikon deriyle kıyaslanabilir.


Hava pompalanırken, yapay papillalar (kabarcıklar) kurulur. Lifler ise yapıya şekil ve istikrar verirler.


Pikul ve meslektaşları ilkeyi diğer uygulamalara aktardılar. Böylece uygun şekilde kesilmiş örgülü bir bitki kurdular. Şişirildiğinde, yaprakları taklit eden bir yüzeyden bir yüzey daha yükseliyor. Mühendisler, hatta taş şekillerini bu şekilde yeniden üretebildi. Bundan sonra doğal ortamdaki canlılar çok daha iyi gözlemlenecek. Askeri alanda ise bu teknoloji, ordulara üstünlük kazandıracaktır.


Ayrıca, ahtapotların ve bazı canlıların kamufle olabilmek için kullandığı başka bir özellik olan “renk değiştirme” ye de baktılar: Mühendisler, bundan da ilham aldılar. Bu efekti, ışık yayan, akımın tek yönde akmasına izin veren bir yarı-iletken elektronik devrelerden (diyotlardan) yapılan, gerilebilir bir ekranla elde etti.


Özgün Çeviri : İnanç Kaya
kaynak ; http://www.spiegel.de/wissenschaft/technik/kuenstliche-haut-ingenieure-gucken-sich-tarnung-fuer-roboter-bei-kraken-ab-a-1172826.html

İlk Ağaçlar Neden Öldü


İlk ağaçların iç yaşamları modern mirasçılarından daha karmaşıktı. Bu da uzun süredir olmayışlarının, yok oluşlarının sebebi olabilir. Çünkü bu karmaşıklık, kendi büyümelerini kendileri için zorlaştırdı ve yok olmalarına sebep oldu

Çinli araştırmacılar, ülkenin kuzeybatısında, çok iyi korunmuş,bir ilk ağaç türü fosili buldular.
Buldukları fosil, yeryüzündeki ilk ağaçlardandı: Çin'in kuzeybatısındaki araştırmacılar şimdi daha çok, 300 milyon yıllık kütüklerden oluşan, yeni fosiller de keşfettiler.


"Ulusal Bilimler Akademisi Tutanakları" in  dergisinde, bu kütüklerin nasıl iyi korunduğundan, yaptıkları araştırma sonucuna kadar birçok konuya değinen bilgileri yayınladılar.On iki metre yüksekliğe ulaşabilen fanlı taç hurma ağaçları da yazının içinde yer aldı.

Bu cladoxylopsida grubundan ağaçların, bir türün kalıntılarına Xinicaulis lignescens denir. 390 milyon yıl önce ülkeyi fethetmişler ve dolayısıyla doğal tarihin anahtar bir safhasını başlatan ilk ağaçlar olmuşlar. Yeryüzünü ve atmosferini de kararlı bir şekilde değiştirmişlerdir.

Fosil kütüklerinden biri 70 santimetre kalınlığındadır ve 374 milyon yıllıktır. Hücresel yapı çok iyi korunmuş. Dolayısıyla, ilk ağaçların iç işleyişleri ile ilgili ipuçları elde edilebildi. Verileri değerlendiren Çin Bilimler Akademisi`nden Hong-O Xu bu ilk ağaçların günümüzdeki gibi tek bireysel iplikçikten oluşmadığını, “yüzlerce bireysel iplikçiklere” sahip olduklarını artık kesin olarak bildiklerini ifade etti. Bu iplikçikler sırayla, suyun bitki boyunca taşınmasını sağlayan odunsu bir hücre dokusu olan ksillemi içerir.

Bununla birlikte, iplikler günümüzdeki ağaçlar gibi, merkezde değil.  Daha modern ağaçlarda, halka şeklinde bir doku tabakası kalınlık büyümesi adı verilen genişlikte büyümeyi dengeler. Fakat ilk ağaçlarda ise, küçük şeritlerin her birinin kendi halkaları vardı ve bu yüzden dış kabuk ağaç genişliğinde dengeyi sağlayamadı ve dış kabuğunu devamlı parçalanmak zorunda kaldı.

Belki de böyle bir handikapla yetişmek çok zordu. İlk ağaçlar ( cladoxylopsi) da, Neanderthal zamanları, sonunda kayboldu ve Archaeopteris modern ağaçların atasıda ilk ağaçlardan kalan boşluğu kısa sürede doldurarak, ülkeyi fethetti.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya

Fotoğraf: Hong-He Xu

Tüm Zamanların En Büyük Uçan Hayvanlarından Biri

70 milyon yıl önce, şu anda Moğolistan'da olan topraklarda, büyük bir pterodactyl yaşıyordu. Kanat genişliği modern bir hafif uçak kadar büyük bir ucan hayvan.

70 milyon yıl önce, Titanosaurlar ya da Mosasaurs gibi suyun kıyısına sadece karada yaşayabilen devler değil, gökyüzünde, bulutların arasından gelen bu tür dev kuşlarda yaşıyordu. Kanat açıklıkları on iki metre olan kuşların, bu özelliği, onları bütün zamanların en büyük, uçan hayvanları yapmıştır.


Bilim adamları, hayvanın büyük boyutlarını öne çıkaran şimdiye kadar isimsiz türlerin boyun omurgalarına rastladılar. Hayvanlar sadece uçmakla kalmayıp, aynı zamanda kanat kemikleri yardımıyla da dört ayak üzerinde ilerleyebiliyorlardı. Av tercihleri ise küçük dinozorlardı.

Demek ki bu bölgeden çok sayıda küçük dinozor dolaşıyordu. Fosil bulgular bu teoriyi destekliyor. Yetişkin bir zürafa büyüklüğündeydiler. Yerde, ayakta duran, pterosaurların boyu, yaklaşık altı metre yüksekliğindeydi.

Bulgulara göre, şu ana kadar Doğu Asya'nın ilk örneği ile karşı karşıya kalan uzmanlara göre, bu, pterosaurların daha önce bilinenden çok daha da yaygın olduğunu göstermektedir. Cretaceous'un sonunda dinozorların sonu ile birlikte geldi.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : Kaynak : http://www.spektrum.de/news/eines-der-groessten-fluggetiere-aller-zeiten/1515679

Cassini Uzay Aracının Bize Bıraktığı Muhteşem Bir Hatıra



Yüzükleriyle birlikte Satürn'ün muhteşem bir görüntüsü Cassini`den bize hediye kaldı. Yakından bakarsanız, sağdaki F-ring'in hemen dışındaki küçük ay Pandora'yı görebilirsiniz. Küçük irregüler (sıra dışı) biçimli Trabant'ın çapı sadece 81 kilometredir. Daha iyi görebilmemiz için, parlaklığı 2 kat artırıldı. Böylece burada görme daha kolaylaştırıldı.



Bu fotoğraf kayıdı, 12 Ağustos 2017'de Cassini tarafından yapıldı. Uzay aracı bu fotoğraf çekimi esnasında, Pandora'ya 1,1 milyon kilometre, Satürn'den 935,000 kilometreye kadar yaklaştı.

Bildiğiniz gibi, Cassini Ekim 1997'de piyasaya sürülmüştü. Satürn sistemini 2004 ortasından beri keşfediyordu. Probu (Koordinat ölçüm cihazı)`unun 12 aleti ile donatılmış bu uzay aracının. başlangıçta misyonu, 2008 yılına kadar sürecek şekilde düşünülmüştü. Ancak daha sonra görevi, Eylül 2010'a ve son olarak bu yıla kadar uzatıldı. Görev, 15 Eylül'de, Satürn atmosferine, atmosferi incelemek için kasıtlı bir şekilde bırakılması ve atmosferde yanması sonucunda, sona erdi. Daha önce, prob ile donatılmış Cassini, halka sisteminin iç kenarı ile bulut yüzeyinin arasındaki görüntüde görülen aralıktan 22 kez daha geçmişti.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Fotograf : NASA / JPL-Caltech / Uzay Bilimleri Enstitüsü

Karadeliklerin Etrafındaki Esrarengiz Çeşmeler

Bu çeşmeler yutuldukları kara deliklere çok yakın mesafedeler. Karadeliklerde önce madde emilir, bundan dolayı genellikle karadelik etrafında hızla dönen bir disk birikir. Birçok karadelik için güçlü madde jetleri, sözde jetler, bu toplama diskinden dikey olarak yukarıya ve aşağıya doğruda uzaya fırlarlar. İşte esrarengiz çeşmeler de bunlardır.

Araştırmacılar şimdi, bir x-ışını uydusu ile bu tür gizemli madde ışınlarına dair bir fikir edinebildiler. NASA X-ray uydu "NuStar" ve dünyadaki teleskoplarla yapılan araştırmalar jetlerin başındaki, hızlandırıcı alan boyutunu araştırdı. İngiltere'de Southampton Üniversitesi'nden Poshak Gandhi liderliğindeki araştırmacılar gözlemlerini Nature Astronomi dergisinde yayınladı.

Jetler oluşumu halen iyi anlaşılmamıştır. Maddenin küçük bir kısmı neden uzaydan dikey olarak sıcak gaz püskürterek yansıyor, belli değil. Gandi çevresindeki gök bilimciler şimdi Samanyolu'da bir karadelik tarafından beslenen, iki sistemi üzerinde çalışıyorlar.

Araştırmacılar, bu çalışmada bu çeşmelerin püskürtme uçlarını incelediler. Maddenin ışınlarının oluşumu hakkında, henüz daha bir netlik yok fakat bu tür jetlerin iç işleyişini keşfedebildiler.

Bunun için karadelik sistemlerinde patlamaların parlaklığı esnasında, kesin zamanı durdurdular. Zamanı durduklarında gördüler ki, salınımların, görünür ışık aralığından ziyade X-ışınları aralığında görülebilecek şekilde, bir saniyede onda biri aralığındadır. Bu gözlemi, X-ışını radyasyonunun kara deliğin yakınındaki hızlı partiküller tarafından yayılacağı ve görünür ışığın püskürtücülerden daha uzakta ortaya çıkacağı şekilde açıklıyorlar. İki yerde arasındaki mesafe ana hızlanma alanı olarak yorumlanır.

Ölçülen zaman gecikmesinden ve parçacıkların hızı ile orantılı olsa da, bu alanın boyutu yaklaşık 30.000 kilometredir. Bu boyut, gözlemlenen her iki sistem için de aynıdır, ancak boyutları ve durumları bazen önemli ölçüde farklıdır. Gök bilimciler, bu tür püskürtmelerdeki ana hızlandırıcı alanının büyüklüğünün esasen kara deliğin kütlesine bağlı olduğu sonucuna varıyor.

Bu demek oluyor ki, daha fazla kütle, daha büyük hızlandırıcı alanı yaratıyor.
Bu teori, bilim adamlarının daha uzun bir zaman gecikmesine sahip oldukları ve dolayısıyla daha büyük bir hızlandırıcı aralığının türetildiği süper öldürücü kara delikler üzerine yapılan çalışmaları, tarafından da desteklenmektedir.
Gandi, yaptığı açıklamada "Biz heyecanlıyız, çünkü jetin iç kısmı için ayırt edici bir kriter belirledik" dedi. Bilim adamları, analizlerinin her ölçekteki kara deliklerin jetleri için birleşik bir teori geliştirmesine katkıda bulunmasını umuyor.

Araştırmacılar jetlerin, birkaç yıl önce bu çeşmenin demir ve nikelden oluştuğunu fark etmişlerdi. Hız konusunda bir şeyler söylemek de mümkün oldu: Işık hızının üçte ikisi olan saniyede yaklaşık 200.000 kilometre uzaya ateş ediyorlar.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spiegel.de/wissenschaft/weltall/wie-forscher-in-jets-von-schwarzen-loechern-blicken-a-1176110.html

Alışılmışın Dışında Bir Keşif, Dev Bir Yörüngede Bir Cüce

Dove takımyıldızındaki kırmızı cüce yıldız NGTS-1, yaklaşık olarak Jüpiter'in büyüklüğünde ve kütlesinde olan bir gezegenin yörüngedir. Bu nadir görülen bir çiftleşmedir, çünkü çoğunlukla bu cüce yıldızların etrafında, yeryüzünün büyüklüğünde ve kütlesinde olan kaya gezegenleri vardır.

Güney takımyıldızındaki Güvercin (Latin: Columba), bizden yaklaşık 730 ışıkyılı uzaklıkta, kırmızı cüce yıldız NGTS-1'dir. Çok yakın mesafedeki olağanüstü büyük ve devasa bir gezegenle çevrilmemiş olsa idi, bu özel bir şey değildi.



NGTS-1b adındaki eşi de, Jüpiter'in 1.3 kat çapında ve kütlesi Jüpiter`in yaklaşık% 80'ini cıvarındadır. Jüpiter gibi, NGTS-1b de katı bir yüzeye sahip olmayan bir gaz devidir. Gezegen, bir devinim için, yalnızca 2,65 güne ihtiyaç duyuyor, ortalama yüzeyi sıcaklığı 520 derece Celsius civarındadır. Böylece, bildiğimiz kadarıyla yaşam için uygun değildir.

NGTS-1, Şili'deki Cerro Paranal' da bulunan "Yeni Nesil Transit Anketi" teleskop ağıyla keşfedildi.

Bilim insanları, evrende yalnız mıyız? Bu soruyu cevaplamak için aslında ufkumuzu ne kadar dar tuttuğumuzu bu olağan dışı durumdaki gezegen ve yıldız ilişkisi keşfi ile daha iyi anladık. Şu ana kadar uzaylı aramamız başarısız olduk.  Ancak uzaktaki dış gezegenler yaşamın vahası olabilir.. Uzaylı güneş sistemlerinin yaşanabilir alanlarına giden yolculukta olağanüstü koşullarda yıldızlar ve etrafında dolanan olağanüstü  gezegenlerde de yaşam bulma ihtimalimizin olduğunu hesaba katıyoruz artık,açıklamasında bulundular.

Bu yıldız sistemi hakkında alışılmadık olan şey, merkezin yıldızına kıyasla gezegenin olağanüstü büyüklüğüdür. Yıldız, güneşin çapının yaklaşık yüzde 58'ini oluşturur ve kütlenin yaklaşık yüzde 62'sini içerir.

Şimdiye kadar gözlemlenen çoğu durumda, kırmızı cüceler az ya da çok kütleli kaya gezegenleri ile çevrilidir ve boyutları ve kütleleri yeryüzüne benzemektedir. Şu ana kadar yalnızca iki tane daha Kırmızı Cücenin dev gezegenler etrafında, keşfedildiği biliniyor; Bununla birlikte, NGTS-1 sistemi en kapsamlı sistemi içermektedir.

Özgün Çeviri : İnanç Kaya
Kaynak : http://www.spektrum.de/news/roter-zwerg-mit-riesigem-begleiter/1515245

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...