19 Ekim 2020 Pazartesi

Din, Çocukları Daha Az Sosyal ve Hoşgörüsüz Yapıyor

 Din, Çocukları Daha Az Sosyal ve Hoşgörüsüz Yapıyor 


Araştırmacılar, farklı kültürlerden 1000'den fazla çocukla yaptıkları araştırma sonucunda, dini öğretiler ile yetiştirilen çocukların ateist olarak yetiştirilen çocuklardan daha fazla sosyal olmadığını kanıtladı. 


Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından büyütülen çocuklar, yaşıtlarıyla elindekileri daha az paylaşıyor. Aynı zamanda anti-sosyal davranışlar gösterenleri daha sert şekilde cezalandırmak istiyorlar. Aileler ne kadar dindarsa, bu davranış çocukta o kadar belirginleşiyor.


Chicago (ABD). Dinler genellikle ahlak için önemli bir kılavuz olarak kabul edilir ve popüler inanca göre toplumlarda sosyal davranışı pozitif anlamda daha da teşvik etmeleri gerekir. 


Chicago Üniversitesi'nden Jean Decety, "Bu görüş o kadar kökleşmiş ki, dindar olmayan insanlar bazı toplumlarda ahlaki açıdan şüpheli bile görülüyor" diyor . Önceki çalışmalar, dinlerin katılığının, sosyal ve ekolojik faktörlere son derece bağlı olduğunu ve ahlaki davranışın günün saati, stres seviyesi veya dil gibi faktörlerden etkilendiğini göstermişti.


Araştırmaya 1000'den fazla çocuk katıldı


Decety ve meslektaşları, çocukların din eğitimi sayesinde, gerçekten daha sosyal ve daha cömert bir davranışa geçip geçmediğini merak ediyorlardı . Bunu araştırmak için, beş ile on iki yaşları arasındaki 1.100'den fazla çocuk üzerinde oyun deneyleri gerçekleştirdiler. 


Çocuklar Kanada, ABD, Ürdün, Türkiye, Çin ve Güney Afrika'dan farklı kültür ve inançlardan geliyordu. 

Bu çocukların 

yaklaşık yüzde 40'ı Müslüman,

yüzde 25'in biraz altında Hristiyan yaklaşık yüzde 27'si ise ateist

Geriye kalan katılımcı çocuklar ise yüzde sekiz ile Yahudiler, Hindular ve Budistlerden oluşuyordu.


İlk oyunda, çocuklardan aynı etnik-dini geçmişe sahip olmasına rağmen tanımadıkları bir çocukla kaç tane çıkartma (figürlü etiket) paylaşmak istediklerine, kendilerinin karar vermeleri istendi. Deneyin ikinci bölümünde ise çocuklara, bir oyuncunun diğerini ittiği kısa bir film izlettirildi. Daha sonra çocuklardan eylemin ahlaki açıdan doğru olup olmadığını ve iten kişinin nasıl cezalandırılması gerektiğini, değerlendirmeleri istendi.


Ateistler dindar çocuklardan daha cömert


Araştırmacılar, değerlendirmelerinin ardından şaşırtıcı bir şekilde, en cömert ve paylaşmayı en çok bilen çocukların dindar ailelerin çocukları değil, ateist ailelerin çocukları olduğunu buldular. 


İki büyük dünya dininin yani Hıristiyanların ve Müslümanların çocukları en az fedakar olanlardı. Araştırmacılar ayrıca, bir çocuğun ne kadar dindar yetiştirilirse, o kadar cimri olduğunu fark etti.


Araştırmacılar Current Biology dergisinde "Aileleri iki büyük dünya dinine mensup olan çocuklar, dindar olmayan hanelerden gelen çocuklardan açıkça daha az fedakar " diyen bir makale yayınladılar. 


Ayrıca, dindar çocuklar ateistlerden daha hoşgörüsüz


Çalışmanın şaşırtıcı sonuçlarından biri ; Dini olarak yetiştirilmiş çocukların, gösterilen kısa filmdeki saldırgan kişiyi, ateist ailelerden gelen akranlarından önemli ölçüde daha kaba veya kızgın bulmalarıydı. Aynı zamanda özellikle Müslüman çocuklar, failin çok daha ağır cezalandırılmasını istediğini, söyledi.


Decety, "Daha önceki araştırmalar, zaten dindar insanların dindar olmayanlardan  kesinlikle, daha iyi olmadığını göstermişti" diyor. 


Aynı zamanda “Şimdi bu araştırma ile, bunun ötesine geçtik ve sadece dindar insanların değil, onların çocuklarının da daha az paylaşımcı ve fedakar olduklarını kanıtladık.” dedi.


Böylelikle, deneyin ikinci bölümünün sonuçları, dindar insanların diğer insanlara karşı daha hoşgörüsüz olduğunu doğruladı.


Çeviri: İnanç Kaya

Kaynak: https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/psychologie/religion-macht-kinder-unsozial-und-intolerant-13372250

7 Ekim 2020 Çarşamba

İnsan Beyniyle Büyüleyici Paralellikler

İnsan Beyniyle Büyüleyici Paralellikler 


Balçık küfleri protozoadır, yani ne beyin ne de sinir hücresine sahiptir. Yine de, verimli ağlar kurabiliyor ve yiyecek arayışındaki engelleri aşabiliyorlar. Bu inanılmaz yetenek, şimdiye kadar çok çeşitli disiplinlerden bilim adamlarını şaşırtmıştır. 


Bremen Üniversitesi'nden Hans-Günther Döbereiner ve meslektaşları da balçık küflerinin özelliklerini araştıran bilim insanlarındandır. Welt der Physik ile yaptığı röportajda biyofizikçi, balçık küflerinde keşfettiklerinin insan beyniyle ne kadar şaşırtıcı paralellikler olduğunu dile getirdi.


Balçık küfü nedir?


Hans-Günther Döbereiner : Adından da anlaşıldığı gibi balçık küfü bir mantar değildir. Bunlar bir milyar yıl önce mantarlar, bitkiler ve hayvanlarla ortak bir atadan ayrılan bir “protozoa” dır. 


Protozoa’lar, tek hücreli olmalarına rağmen, çok hücrelilerde görülen yaşamsal işlevlerin birçoğunu yapabilirler. Bu nedenle eski zamanlarda vücut maddesi hücrelere ayrılmamış hayvanlar olarak kabul edilmiş ve "Hücresizler" adıyla anılmıştır. 


Araştırmamızda, özel bir cıvık küf türüne bakıyoruz :  Physarum polycephalum. Bu cıvık küfün boyutu birkaç metrekare bile olabilir fakat hâlâ tek bir hücredir. Çünkü, insanlardan farklı olarak cıvık küfler büyüdüğünde, bölünen tüm hücreler değil, yalnızca hücre çekirdeğidir. Dolayısıyla cıvık küf diye adlandırdığımız Physarum polycephalum’da bir hücredir ve boyutuna bağlı olarak, hücre sıvısı ile birlikte hücre içinde birkaç milyar hücre çekirdeği içerebilir.


Balçık küflerini özel kılan nedir?


Balçık küfleri, çoğunlukla yiyecek aradıklarında dallı damar sistemleri oluştururlar .Tıpkı yaprak gibi. Damarlarının etrafına sardıkları hücre iskeleti bir kas gibi kasılır ve tek hücreli organizmayı ileri iter. 


Yiyecek arayışlarında harika şeyler yapıyorlar. Bir deneyde, araştırmacılar balçık küfü ile besin kaynağı arasına U şeklinde bir engel koydular. İlk başta, cıvık küf engelin içine girdi ve bir süre yiyecek aradı. Ancak orada bir şey bulamadı ve engelin dışına çıktı, engelden atladı. 


Bir labirentteki en kısa yolu bulmak gibi diğer karmaşık görevleri de sorunsuzca aşıyorlar.


Bunu nasıl yapıyorlar?


Cıvık küfün bu davranışı, çevresi hakkındaki bilgileri, beyni olmadan da işleyebileceğini gösteriyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu anlamak için cıvık küfün hücre sıvısına bir göz atmak gerekir. Bu sıvı damarlarda ileri geri salınır ve böylece cıvık küfün hareketini etkiler. 


Cıvık küf yiyecek bulur bulmaz, sıvı daha güçlü sallanır ve yapısını değiştirir. içinden çok sayıda sıvının aktığı damarlar kalınlaşırken diğer damarları küçülür. Balçık kalıbındaki bu titreşimlerin modellerini beyindeki elektrik sinyalleri ile karşılaştırırsanız, şaşırtıcı paralellikler bulacaksınız.


Hücre sıvısı, cıvık küfün damarlarından akar ve besinleri ve haberci maddeleri taşır.



Bu, cıvık küfün bir insan gibi düşünebileceği anlamına mı geliyor?


Hayır, bu paralellikler cıvık küfün insani özelliklere sahip olduğu veya hatta bir bilince sahip olduğu anlamına gelmez. 


Bununla birlikte, cıvık küfün bilgiyi beyindeki mekanizmalara benzer mekanizmalarla işlemesi oldukça olasıdır. Titreşim modellerini karşılaştırırken, farklı titreşimlerin üst üste gelmesi ve senkronize olma şekli özellikle önemli görünmektedir. Ancak bilgi işlemenin nasıl çalıştığını henüz tam olarak bilmiyoruz.


Balçık küfü ideal bir araştırma nesnesidir çünkü insan beyninden çok daha basittir. 

Son on yılda cıvık küfleri kapsamlı bir şekilde araştırdık. Cıvık küfün yiyecek ararken oluşturduğu ağların zaman içindeki gelişimini tanımlayabileceğimiz matematiksel bir model de geliştirdik. 


Bir sonraki adımda, cıvık küfün karmaşık sorunları çözdüğü deneyleri tekrarlamak ve hücre sıvısının titreşimlerini ayrıntılı olarak incelemek istiyoruz. Bu şekilde, bilgi işlemenin temel mekanizmalarını daha iyi anlamayı umuyoruz.


Heyecan verici özellikleri nedeniyle, cıvık küfler, lojistikten davranış ekonomisine ve yapay zekaya kadar çok çeşitli alanlarda bir model sistem olarak kullanılmaktadır. Bunlar ayrıca temel fiziksel araştırmada bir model sistem olarak hizmet edebilir. Örneğin cıvık küf ile, canlı sistemlerin nasıl oluşup gelişebileceğini tanımlayan fiziksel yasaları arıyoruz. Biyolojiden bununla ilgili bazı teoriler var, ancak fiziksel arka plan henüz bilinmiyor. Bu temel soruların çoğunu bulmak için bu cıvık küfleri araştırmak çok ideal bir yoldur.



Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak : https://www.weltderphysik.de/gebiet/leben/faszinierende-parallelen-zum-menschlichen-gehirn/?fbclid=IwAR0U25WOS0hBCoveFTDsrqHaKVE5LqahSQTlV5ZlhMTn0AT9JjPEWzjwVVI

Kumarhaneler Kapanacak mi?

 Dijital Kumarhaneler Yakında Geleneksel Kumarhanelerin Yerini Alacak mı?


Dijitalleşme giderek daha fazla sektöre nüfuz ederken, kumar sektörünün bundan etkilenmeyeceğini düşünmek naiflik olurdu. 


Çok uzun zaman önce, şık kumarhanelerde barbut veya rulet oynayanlar, bugün dijital bir slot makinesinin sanal kolunu çekiyor veya ultra modern VR kumarhanelerinde, seyahat etmeden, bilgisayarından dünyanın her yerinden insanlarla tanışıyor.


Dijital değişime, özellikle kumarhaneler açısından bakarsak, Venedik'teki yaklaşık 400 yıllık Casinò di Venezia gibi klasik ve geleneksel kumarhanelerin yarının dijital dünyasında hâlâ bir geleceğe sahip olup olmadığı sorusunu ortaya çıkarıyor.


Çünkü, dijital kumarhaneler, oyunculara klasik kumarhanelerin kesinlikle rekabet edemeyeceği bazı muazzam avantajlar ve kolaylıklar sunuyor. Buna ek olarak, kumar sektöründeki internet devleri sürekli olarak yeni cihazları fethediyor. İnternet kumarhaneleri masaüstü bilgisayarlardan mobil uygulamalara ve dolayısıyla akıllı telefonlara hızlı bir şekilde geçiş yaptılar. Şimdi ise sanal gerçekliği fethediyorlar ve giderek daha fazla insanın dikkatini çekerek heyecanlanmalarına sebep oluyorlar. Biraz şansla para kazanabileceğiniz eğlenceli bir oyun sunarak ve büyük bir reklam ağıyla her kesime ulaşıyorlar.


Dolayısıyla klasik kumarhanelerde daha az müşteriye hitap ederken, dijital kumarhanelerde patlama yaşıyorlar. Sadece geleneksel kumarhanelere düzenli olarak giden konuklar internetteki kumarhanelere geçiş yapmakla kalmadı, aynı zamanda her gün birçok yeni müşteri de kazandılar. Endüstrinin internetteki büyük başarısı, oyuncu için her zaman avantaj sağlayan yeni dijital casino taktikleri geliştirmesidir.


Çok çeşitli internet kumarhane, operatörleri sadece yeni heyecan verici oyunlar bulmakla kalmadı, aynı zamanda her zamankinden daha büyük bonuslar ve daha fazla ücretsiz dönüşler ile insanları oynamaya ikna ettiler. 


Pazar bu kadar rekabetçi olduğu sürece de, çeşitli sağlayıcılar gelecekte yeni müşteri teklifleriyle birbirlerini geride bırakmaya devam edecekler.


Yarının kumarhaneleri sanal gerçeklikte


Çoğu çevrimiçi kumarhane şu anda yeni ve her zamankinden daha renkli oyunlarla yüksek teklif verirken, bazı sağlayıcılar zaten gerçek bir oyun masası, gerçek bir krupiye ve video akışı yoluyla gerçek kartlar yayınlayan canlı oyunlar sunuyor. Araştırmalar bunun kumarhanedeki oyuncuların güvenini artırdığını gösterdiğini söyledi.



İlk sağlayıcılar şimdi bir adım daha ileri gidiyor ve konuklarına Las Vegas'taki en büyük ve en muhteşem kumarhanelerin bile yetişemeyeceği bir oyun deneyimi sunuyor : Bu deneyim “sanal gerçeklik”.


Ancak henüz çok yaygın olmayan “sanal gerçeklik sunan kumarhaneler” , yakın gelecekte gerçek kumarhanelerin sonu anlamına gelebilir. 


Analizler, VR kumarhanelerinin halen çok az sayıdaki VR kullanıcısı arasında popüler olduğunu göstermiştir. Ancak sonuçta VR casinolarının uzun vadede galip gelip gelmeyeceği VR kulaklıklarının satış rakamlarına bağlı olduğu söyleniyor.


Sadece yüksek sosyete için muhteşem sanal kumarhaneler de bulunmaktadır.


Tabii ki, yüksek sosyete için klasik kumarhanelerde olduğu gibi, sanalda da bir köşede bir veya iki küçük oyun salonu bulunuyor. 


Trend, açıkça geleneksel kumarhanelere göre birçok avantaj sunan çevrimiçi kumarhaneye doğru kayıyor. Gelecekte VR kumarhaneleri hakim olursa, gerçek kumarhaneleri kötü günler bekliyor demektir. 


Yakın gelecekte, büyük geleneksel kumarhaneler belki bir süre daha sadece yüksek sosyete tarafından ziyaret edilecek fakat daha küçük kumarhaneler artık dijital rekabetin baskısına dayanamayacak ve kapılarını er ya da geç kapatmak zorunda kalacaktır.


Çeviri : İnanç Kaya 

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/oekonomie/werden-digitale-casinos-bald-herkoemmliche-spielbanken-ersetzen-13374200?fbclid=IwAR3ILDvZNgqgNP5AncumVjfYaaaBnyJmubx9HWVDWItXBgJBWK66WN8SmtU

Dünyanın En Korkunç Av Tekniklerinden Biri

Tayland'da yaşayan bir yılan türü, kurbanlarının karınlarından organlarını, hayvan daha canlıyken kopararak yiyor. 


Bir yılan tarafından yavaş yavaş iç organlardan başlayarak tüketilmek, çoğu insan için kabus gibi bir düşüncedir. Tayland'dan bir yılan türü bu korku senaryosunun baş kahramanıdır. Halk arasında kukri yılanı olarak bilinen , Oligodon fasciolatus , kurbağaların göbeğine, düzenli saldırı hamleleri ile yarıklar açıyor ve daha sonra kafasını sokarak, hâlâ yaşayan avının organlarını yemeye başlıyor. 


Tayland'da Loei Rajabhat Üniversitesi'nden iki uzmanla birlikte iki amatör sürüngen araştırmacısı böyle ürkütücü bir teknik hakkında bir rapor yayınladı. Rapora göre, yılanların bu korkunç davranışını 2016 ve 2020 yıllarında toplam dört kez gözlemlediler. 


Kukri yılanı, kurbanlarını keskin, kıvrımlı dişlerinin yardımıyla kesiyor. Bu yılan türü adını eğri bıçaklı geleneksel bir Nepal bıçağı olan khukuriden almıştır. 


Avcıları için, kurbağalar ciddiye alınması gereken rakiplerdir. Duttaphrynus melanostictus kurbağaları, boyun ve sırt bezlerinde pek çok hayvan için zehirli olan ve hayvanın ince bir sis halinde püskürtebileceği süt gibi bir sıvı üretiyor. Kukri yılanı kafasını sokabileceği kadar kurbağanın göbeğini yarması için tek bir ısırık darbesi yeterli değil.


Araştırmacılar dan Bringsøe ve ekibinin bildirdiğine göre, yılan kurbağayı tekrarlayan saldırılarla parçalamak ve aynı zamanda kurbağanın saldığı zehir saldırılarından kaçınmak zorunda. Saatlerce süren kanlı mücadeleden sonra kukri yılanı başını, kurbanının karnında açtığı yarığa ancak sokabiliyor ve iç organlarını yemek için dışarı çekebiliyor. 


Kurbağanın ciğerlerini, midesini ve bağırsaklarını hançer dişleri ile küçük parçalara ayırıp sonra yavaş yavaş yiyerek tüketiyor. Araştırma ekibine göre, yılanlarda bu tür beslenme ilk kez görülüyor ancak bu tekniğin , kargalar tarafından kullanıldığı uzun süredir bilinmektedir. 


Çeviri :İnanç Kaya 

Kaynak : https://www.spektrum.de/news/schlange-frisst-kroeten-von-innen-auf/1779108?utm_term=Autofeed&utm_medium=Social&utm_source=Facebook#Echobox=1601966203

2020 Kimya Nobel Ödülü

 CRISPR Gen Makasının Kaşifleri, Kimya Nobel Ödülü'nü Kazandı 


İki kadın bilim insanı, Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna, güçlü bir genetik mühendislik aracı geliştirdi. Bu araç CRISPR-Cas9 diye adlandırılan bir gen makasıdır. Bundan dolayı şimdi 2020 Kimya Nobel Ödülü'ne layık görüldüler.


Bu yıl Nobel Kimya Ödülü, genleri değiştirme yöntemlerini geliştiren Emmanuelle Charpentier ve Jennifer Doudna'ya verildi. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi Çarşamba günü (7 Ekim 2020) Stockholm'de yaptığı konferans ile sonucu tüm dünyaya duyurdu.


CRISPR-Cas9 veya CRISPR gen makası kısaca şu alanlarda kullanılır :


Araştırmacılar bu aracı hayvanları ve bitkileri tasarlamak için kullanabilir. Ve ileride insanların bazı hastalıkların tedavi edilebilmesi de bu makasla mümkündür. Mekanizma basit, ucuz ve oldukça etkili. Bu durum, gen makasını çok umut verici ve aynı zamanda oldukça tartışmalı kılıyor.


Nobel Kimya Komitesi başkanı Claes Gustafsson, bir basın bülteninde, gen makasıyla ilgili :  

“Bu genetik araçta hepimizi etkileyen muazzam bir güç var. Yalnızca temel bilimde devrim yaratmakla kalmadı, aynı zamanda yenilikçi etkilere de yol açtı. Bir çığır açarak yeni tıbbi tedavileri mümkün kılacak bir buluş " dedi 



Charpentier ve Doudna bu etkileyici keşfi yalnızca birkaç yıl önce yapmıştı. Nobel Ödülü'nü almak için çoğunlukla bilim insanları onlarca yıl bekliyordu fakat bu kez alışılmadık bir hızla yeni bir buluşa verildi. 


Kimya Nobel Ödülü'nü kazanan araştırmacılar, bakterilerin virüslere karşı kullandığı savunma sisteminin genom düzenlemede çok amaçlı bir araç olarak nasıl kullanılabileceğini açıkladılar.

Sonuç: Dünya çapında çok sayıda laboratuvar birkaç ay içinde CRISPR gen makasını kullanmaya başladı. 


Şimdiden bu gen makasını kullanarak genetiği değiştirilmiş ilk bebekler dünyaya geldi


Çinli bir bilim adamı bunu 2018'de yaptı. Jiankui ve ekibi, ikizlerin doğumdan itibaren HIV virüsüne karşı bağışıklık kazanması için insan embriyolarının genomunu özel olarak değiştirmek için gen makası kullandı. Bunun işe yarayıp yaramadığı ve çocukların işlem sonucunda başka zararlar görüp görmediği henüz belli değil. İnsan genetiği üzerinde kullanma koşullarının dışına çıkan Dr. Jiankui hapse mahkum edildi.


Olayın ardından teknolojinin fırsat ve risklerini sınıflandırmak ve kullanımına yönelik önerilerde bulunmak üzere bir komisyon kuruldu. Araştırmacılar güvenliği tartışana ve halk, etik ve toplumsal kaygılar hakkındaki görüşlerini ifade etme fırsatı bulana kadar, insanlarda gen düzenlemesinden kaçınılması gerektiği ile ilgili bir genelge yayınlandı.




Çeviri :İnanç Kaya 

Kaynak : https://www.spektrum.de/news/entdeckerinnen-der-genschere-crispr-geehrt/1779393?utm_medium=Social&utm_source=Facebook#Echobox=1602065921

6 Ekim 2020 Salı

Karadeliğin Keşfi 3 Bilim İnsanına Nobel Ödülü Getirdi

 Samanyolu Merkezindeki Karadeliğin Keşfi 3 Bilim İnsanına Nobel Ödülü'nü Getirdi 


Samanyolu'nun merkezinde bir kara delik buldular ve bu kütle canavarlarının genel görelilik teorisindeki yerini de ayrıca gösterdiler. İşte, Andrea Ghez, Reinhard Genzel ve Roger Penrose'un  fizikte Nobel Ödülü sahibi olmasının nedeni budur.


2020 Nobel Fizik Ödülünün yarısı Roger Penrose'a gidiyor, diğer yarısı ise Reinhard Genzel ve Andrea Ghez tarafından paylaşılacak. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından Fizik Nobel Ödülü'nü kazananlar Salı sabahı (6 Ekim 2020) 'de Stockholm'de açıklandı . Üç kazanan, evrendeki en egzotik fenomenlerden biri olan kara delik hakkındaki bilgilerinden dolayı bu yılki ödüle hak kazandılar.


Andrea Ghez ve Reinhard Genzel, gökadamızın merkezindeki yıldızların yörüngesinin görünmez ve son derece ağır bir nesne tarafından etkilendiğini keşfettiler. 


Roger Penrose'un bu keşfe katkısı ise, kara deliklerin Albert Einstein'ın genel görelilik teorisinin doğrudan bir sonucu olduğunu göstermek için matematiksel yöntemler kullanmasıydı. 


Çeviri : İnanç Kaya 

Kaynak : https://www.spektrum.de/news/entdeckung-des-schwarzen-lochs-im-milchstrassenzentrum-ausgezeichnet/1779156?utm_term=Autofeed&utm_medium=Social&utm_source=Facebook#Echobox=1601987482

5 Ekim 2020 Pazartesi

Kanda Aranan İpucu Nobel Ödülü'nü Kazandırdı

 Kanda Aranan İpucu Nobel Ödülü'nü Kazandırdı 


Hepatit C, günümüzde artık tedavi edilebiliyor. Çünkü ; Hastalığın arkasındaki virüsün keşfiyle, Harvey Alter, Michael Houghton ve Charles Rice bunun yolunu açtılar: Bu keşifleri Onlara, Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü'nü getirdi.


Covid-19 salgınının ardından, bu yıl birçok küresel sağlık sorunu arka plana atılmak zorunda kaldı. Ancak sadece Sars-CoV-2 değil, bulaşıcı hastalıklar her zaman insanlar için zaten bir sorun olmuştu. Bunlardan biri hepatit C idi. Dünya Sağlık Örgütü'nün tahminlerine göre, dünya çapında 70 milyondan fazla insan karaciğer iltihabından etkileniyor. Her yıl yaklaşık 400.000 kişi hastalığın uzun vadeli etkilerinden dolayı ölüyor ve tedavi edilmediği edilmediği takdirde siroz ve karaciğer kanserine yol açabiliyor.


Hastalığın nedenini ararken, doktorlar çok uzun yıllar boyunca karanlıkta kalan sebepleri bulamadılar. Artık bunu bugün gün yüzüne çıkarmaları, Harvey J. Alter, Michael Houghton ve Charles M. Rice sayesinde olmuştur.


İngiltere ve ABD'den üç bilim adamı, karaciğer iltihabının ardındaki virüsü bulmayı başardılar. Bu nedenle Stockholm'deki Karolinska Enstitüsü komitesi, hepatit C virüsünün keşfi nedeniyle Pazartesi günü (5 Ekim 2020), bu bilim insanlarını Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü ile onurlandırdı. 


Enstitü, basın açıklamasında, Alter, Houghton ve Rice'ın çalışmalarının yalnızca kronik hepatite ışık tutmakla kalmayıp, aynı zamanda milyonlarca hayatı kurtaracak olan kan testleri ve tedavilerinin de temelini attığı belirtti.


İki çeşit hepatit


1940'ların başlarında bilim adamları, nedenlerine ve seyrine göre birbirinden farklı olan iki farklı karaciğer iltihabı olduğunu fark ettiler. Bir yandan, esas olarak kirli içme suyu veya kontamine yiyecekler yoluyla bulaşan ve bulantı, kusma, şişkinlik, ağrı, ateş veya ishal gibi semptomlara neden olan hepatit A vardı. 


Ancak, hastalığın on yıllarca boyunca tespit edilemeyen bir çeşidi daha vardı. Bu çeşidi oldukça tehlikeliydi. Çünkü : Hastalar uzun süre hiçbir semptom hissetmedikleri için genellikle ölümcül olan karaciğer sirozu veya karaciğer hücresi kanseri gibi etkiler ortaya çıkana kadar vücutta neler olup bittiğine dair, tıbbın hiçbir fikri yoktu. Bu, hepatitin ikinci formu yalnızca enfekte olmuş kişiler için tehlikeli değildir. Aynı zamanda, kanla temas yoluyla hastalık aktarıldığından, birçok insan da kan nakli sırasında fark edilmeden hastalığa yakalanmış oluyordu.


1960'larda Amerikalı doktor ve biyokimyacı Baruch Blumberg, hepatitin bu tehlikeli formundan sorumlu olan patojeni enfekte etmeyi başardı. Hepatit B virüsü. 1976'da Nobel Tıp Ödülü'ne layık görüldü.


Tıp doktoru Harvey J. Alter ise, o sırada ABD Ulusal Heath Enstitüsü'nde (NIH) çalışıyordu ve hastaların kan naklinden sonra nasıl ilerlediklerini inceliyordu. Bu sırada başka birinden kan almış olan birçok kişinin bu hastalığa yakalanmış olduğunu fark etti. İşte bu gözlem,, kan naklinden sonra karaciğer iltihabını tetikleyen başka bir patojenin var olup olmadığı sorusuna dikkat çekti.


En azından Alter ve meslektaşlarının şüphesi bu yöndeydi. Hastalığı kan nakli yoluyla alan hastaların varlığını doğrulamak için şempanzelere kan yoluyla hastalığı verdiler . Bu deneyler, şüphelerini doğruladı: Daha ileri deneyler ise, bir virüsün buna sebep olduğunu gösterdi.



Uzun süre boyunca, Hepatit A ve hepatit B virüslerini tespit etmek için kullanılan tüm yöntemler başarısız olmuştu. Şu anda hâlâ Kanada  Alberta Üniversitesi'nde bulunan İngiliz virolog Michael Houghton liderliğindeki ekip, bir süre sonra belirleyici bir atılım yaptı ve virüsün genetik dizisini izole etmek için birkaç teknik denedi.


Sonunda bu teknikler işe yaradı. Nihayet, yaklaşık 10.000 nükleotidden oluşan ve yapısı belirsiz bir şekilde bilinen RNA virüslerini tam bir genetik parçaya indirgeyebildiler. Bu sınıflandırmalar, virüsün flavivirüs ailesine ait olduğunu gösterdi. 


Araştırmacılar daha sonra buldukları bu virüse "hepatit C virüsü" adını verdiler. 


Ancak, bulaşma sürecindeki bulmacanın bir parçası hâlâ eksikti. Etkilenenlerin kanlarında antikorlara sahip olduğu bir virüs var olduğu tespit edildiği halde, hepatit C virüsünün aslında kendi başına kronik karaciğer iltihabına neden olabileceğine dair hiçbir somut kanıt yoktu. Bunu yapmak için, kopyalayabilen virüsleri izole etmek ve onları bir konak organizma ile temas ettirmek mümkün olmalıydı. Ve işte burada ABD’den Charles M. Rice ve meslektaşları devreye girdi.


Diğer birçok grup gibi, virolog Rice ve çalışma grubu da RNA virüsleriyle ilgileniyordu. Fakat bu araştırmacılar da başlangıçta test hayvanlarına çoğalabilen bir hepatit C patojeni enfekte etmeyi başaramadılar. Bununla birlikte, Rice, hepatit C virüsü genomunun sonunda, virüsün konakçı hücrelerinde çoğalması için belirleyici faktörlerden biri olan bir bölge olduğunu fark etti. Bilim adamlarının izole ettiği bazı virüs örneklerini bu doğrultuda değiştirildi. 


Rice ve meslektaşları, enfeksiyon sürecinde önemli diziyi değiştirmelerinin artık mümkün olamayacağı RNA dizilerine sahip virüsler üretti. Daha sonra bu varyantların şempanzelerin karaciğerlerine enjekte edildiğinde çoğalabildiği ortaya çıktı.


Virüsün enjekte edildiği şempanzeler, hepatit C hastalığı olan insanlara benzer semptomlar gösterdi. Aynı zamanda, virüsün RNA'sı da kanda da tespit etmeyi başardılar. Transfüzyon hastalarında kronik karaciğer hasarından aslında virüsün sorumlu olduğunun kanıtı böylelikle sağlanmış oldu.


Hepatit C virüsü, 9500 nükleotidden oluşan zarflı, tek sarmallı bir RNA virüsüdür. Bugün araştırmacılar, bu virüsün nispeten yüksek bir mutasyon oranına ve yüksek genetik değişikliğe sahip olduğunu biliyorlar. Artık, farklı alt tiplere sahip yedi farklı genotip olduğu bilinmektedir. Hepatit A, B ve C virüslerine ek olarak, hepatit D ve hepatit E virüsleri de bilinmektedir.


Hepatit D, yalnızca Hepatit B ile aynı anda meydana gelebilen bir tür süperinfeksiyonu betimler. Hepatit E virüsü ise, hepatit A'dan neredeyse ayırt edilemeyen ancak bazen daha şiddetli olan akut karaciğer iltihabını tanımlar.


Hepatit C'ye karşı bir aşı, hepatit A ve B'nin aksine, henüz mevcut değildir. Ancak etkili tedavi yöntemleri: Robert Koch Enstitüsünün web sitesinde yazdığı gibi, 2014 yılından bu yana, hepatit C tedavisi için birkaç yeni, antiviral madde onaylanmıştır . WHO'nun verilerine göre, çoğu hasta artık bu antiviral maddeler ile tedavi edilebiliyor.


Nobel Komitesinden Thomas Perlmann, "İnsanlığı bu yıl onurlandırılan bu çok özel araştırma kadar büyük bir hizmet veren bir şey bulmak zor" dedi.


Çünkü bu buluş sayesinde, gelişmiş tarama süreçleri ile, virüs artık dünyanın birçok yerinde çok nadiren kan nakli yoluyla bulaşır hale geldi. 


Almanya'da 1991'den beri tüm kan ürünleri virüse karşı test ediliyor. Bu durumda, tanısal müdahaleler veya operasyonlarda dahi hastalık kapma riski çok düşük kalıyor. 


Yalnız, diğer insanlarla şırıngalarını paylaşan uyuşturucu kullanıcılarının, enfekte olma riski çok yüksektir.


Harvey J. Alter, Michael Houghton ve Charles M. Rice ve onları destekleyen birçok araştırmacının çalışmaları olmasaydı, tüm bu başarılar pek mümkün olamazdı. Bu yılki ödülleri Pazartesi öğleden sonra 11.35 civarında açıklayan Nobel Komitesi'nden Thomas Perlmann'ın bu kadar hevesli olmasının nedenlerinden biri muhtemelen buydu. Çünkü : Üç bilim adamının çalışması, dünya çapında milyonlarca insanın hayatını etkiliyor.


Bununla birlikte, herkesin aynı şekilde yararlanabilmesi için daha yapılacak uzun bir yol var. Şimdiye kadar, WHO'nun web sitesinde yazdığı gibi, etkili hepatit C tedavilerine erişim hala çok sınırlı. 2017 yılında, dünya çapında etkilenen 70 milyondan fazla insanın sadece yüzde 19'u hastalığından haberdar. Ve bu yaklaşık 13 milyon hastadan sadece beş milyonu uygun antiviral ilaçlarla tedavi edildi. Dünya Sağlık Örgütünün hedefi, bu durumun 2030'a kadar değişmesidir: O zamana kadar, en azından etkilenenlerin yüzde 80'i yeterli tedavi görmelidir. Virüsü, aşı olmadan da yenebilmek umudunu veren bilim insanları Nobel ödülünü fazlasıyla hak ediyorlar..


Çeviri:İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.spektrum.de/news/nobelpreis-fuer-medizin-die-entdeckung-des-hepatitis-c-virus/1778883?utm_medium=Social&utm_source=Facebook&fbclid=IwAR2Vtx94NbkqJT7KUmI3Txjh2uwMkkYwfXevsE-oDKp6fZv0TWUIfylq558#Echobox=1601922325

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...