30 Eylül 2020 Çarşamba

Neden İsveç’te Ağaç Gibi Kokan Asfalt Kullanılıyor?

İsveç'te, tamamen iklim açısından nötr olan asfalt test edildi.  Diğer doğa dostu özelliklerinin yanı sıra, yol yüzeyi geri dönüştürülmüş bileşenlerden oluşuyor ve fosil yakıtlar kullanmıyor.  


Proje, 1990'ların ortalarından beri var olan kolza tohumu asfaltının daha da geliştirilmiş versiyonu.


 Asfalt uzmanı Kenneth Olsson, "Asfaltın özelliği, biyoyakıtlarla ısıtmamız, eski asfaltı yeniden kullanabilmemiz ve yenilenebilir hammaddelerden yapılmış bir bağlayıcı madde kullanmamızdan.” diyor 


Buna ek olarak, asfalt yola yayıldığında ağaçların kokusunu veriyor.  Yanmış petrolden yapılan geleneksel yollar kadar dayanıklı. 


İsveç, en geç 25 yıl içinde iklim açısından tamamen nötr olmak isteyen bir ülke ve bu nedenle bu tür birçok girişimlere ev sahipliği yapıyor .


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.google.com/amp/s/de.euronews.com/amp/2020/08/23/warum-in-schweden-ein-asphalt-benutzt-wird-der-nach-baumen-riecht

Doğadan Kopyalandı : Yapay Fotosentez Başarıldı

İnsanın kulağına imkansız bir fikir gibi geliyor.  Sadece güneş ışığını kullanarak, CO2 ve sudan yakıt elde etmek. Bu bir anlamda, bir taşla iki kuş vurmak gibi bir şey. 


Birincisi, sera gazı olan karbondioksiti bağlayabilirsiniz. 

İkincisi, güneşin alternatif enerji kaynağını kullanabilir ve enerjiyi etkin bir şekilde depolayabilirsiniz. 


Bu konsept hali hazırda laboratuvarda çalışıyor. Ancak bunu büyük ölçekte uygulamakta sorunlar var.


Fotosentez olmadan yeryüzünde hayat mümkün olmazdı. Bu süreçte bitkiler, bitki pigmenti olan klorofili kullanarak karbondioksit ve suyu oksijene ve şekere dönüştürmek için güneş ışığını kullanıyor. 


Güneş radyasyonundan gelen enerji, bitkinin karbonhidratlarında depolanır. Ayrıca insanlar da güneş enerjisini de kullanıyor. Örneğin güneş pillerinden elektrik elde ediyorlar. Ne yazık ki, aynı zamanda güneş her zaman parlamıyor ve piller gibi elektrik depolama cihazlarının yalnızca sınırlı bir kapasitesi var.


Güçten gaza geçiş konsepti


"Güçten gaza dönüştürme" işleminde su, güneş veya rüzgar enerjisi kullanılarak hidrojen ve oksijene ayrılır.


Öte yandan, güneşten veya rüzgardan gelen enerjiden hidrojen veya metan gibi gazlar depolana bilinirse, güçten gaza dönüştürme işlemi daha verimli olur. Tıpkı suyun güneş veya rüzgar enerjisi kullanılarak hidrojen ve oksijene dönüştürüldüğü "güçten gaza" işlemi gibi. Bu işlemden sonra hidrojen doğrudan yakıt olarak kullanılabilir veya karbondioksit yardımıyla ondan metan üretilebilir. Metan, doğal gazın ana bileşenidir ve hidrojenden daha kolay kontrol edilebilen oldukça verimli bir enerji depolama ortamıdır.


Bu işlemlerle ilgili sorun, hidrojen üretiminde muazzam enerji kaybıdır. Metan daha sonra hidrojenden sentezlenirse, daha da fazla enerji kaybedilir. Güneş enerjisini doğrudan kimyasal formda yani hidrojen veya metan olarak, elektrik sapması olmadan depolamak çok daha pratik olacaktır.


Bunu yapmanın zaten yollarını biliniyor. Oldukça basit organizmalar bu yöntemi kullanıyor. Bunlar akvaryumda yeşil kaplama olarak bilinen Alglerdir. Belirli koşullar altında, bu tek hücreli organizmalar fotosentez mekanizmalarını değiştirebiliyor. Güneşin enerjisini şekere ve diğer organik bileşenlere dönüştürmek yerine, diğer şeylerin yanı sıra hidrojen gibi biyoyakıtlar üretebiliyorlar.


Ancak sorun, alglerin hidrojen üretiminin oldukça etkisiz olmasıdır. Ve bu fotosentez mekanizmasının etkisi son derece zayıftır. Alglere, gelen güneş ışığının yalnızca yaklaşık yüzde biri biyokütle biçiminde depolanıyor. Bu nedenle bilim adamları bu süreci daha verimli hale getirmek için uzun zamandır çalışıyorlar.


Bu amaçla, araştırmacılar, genetiği değiştirilmiş alglerle "biyoreaktörlerin" verimliliğini artırmaya çalışıyorlar. Bazı gen mutasyonları ile yeşil alglerin çok daha fazla hidrojen üretme olasılığı üzerinde duruyorlar. 


Diğer bir olasılık da bitkilerden biyogaz üretimini sağlayan özel enzimleri çıkarmak. Böylece, hidrojen üretim sürecini alglerin dışında kopyalayabilir ve daha etkili hale getirebilirler. Ancak böyle bir çıkarma son derece zahmetlidir.


Bunun yerine kimyagerler, laboratuvardaki reaksiyonu taklit etmeye çalıştı. Bochum’daki Ruhr Üniversitesi araştırmacıları, ışık enerjisinden elde edilen elektronları hidrojene dönüştüren bir enzim olan hidrojenazın yardımıyla, on yıl önce yeşil alglerin hidrojen üretiminin aynısını bir test tüpünde kopyalamayı başardılar. Fakat 

araştırma hâlâ emekleme aşamasında.


Bununla birlikte teorik olarak, güneş ışığının gaz halinin yakıta dönüşümü tamamen biyolojik enzimler olmadan da gerçekleşebilir. 


Çünkü altın nanopartiküller, sera gazı karbondioksiti metana dönüştürebilir. Işık bu nanopartiküllere çarptığında, aşırı derecede ısınır. Daha sonra yüksek enerjili elektronlar, kimyasal olarak oldukça inert olan karbondioksiti, metan oluşturmaları için suyla reaksiyona girmeye teşvik eder.


Ayrıca çok sayıda başka araştırma önerileri de bulunmaktadır. Ancak hepsi hâlâ çok verimsiz ve çoğunlukla sadece saf karbondioksit ile çalışıyor. Bu süreçte, karbondioksitin yakıt olarak metana dönüştürülmesi için önce havadan filtrelenmesi gerekiriyor.


Prensip olarak, her şey laboratuvarda çalışır. Ancak laboratuvardaki yapay fotosentez süreçleri, biyoyakıtların büyük ölçekte teknik üretimi için henüz yeterince verimli değil. Ayrıca bunun için gerekli olan katalizörler oldukça pahalı.   


Bu katalizörler genellikle nadir veya değerli metaller ile yapılır.


Yapay fotosentez alanındaki araştırmalar hâlâ çok yeni. Ama belki bir gün bir atılım olacak ve biri CO2'yi bağlayıp onu biyogaz gibi faydalı enerji depolama sistemlerine dönüştürebilecek.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.wissen.de/von-der-natur-abgeschaut-kuenstliche-photosynthese

Devrimci Radyasyon : Terahertz ve Uygulama Alanları

 Bir Devrimci Radyasyon: 

Terahertz Dalgaları ve Uygulama Alanları


Bahsettiğimiz Terahertz dalgaları uzun süredir havaalanlarında günlük yaşamın bir parçası olarak kullanılıyor. Terahertz radyasyonuna dayalı, vücut tarayıcıları ile yolcular kontrol ediliyor. 


Metal dedektörler ve güvenlik kontrolleri ile tarama yapmak yerine, terahertz dalgalarıyla yolcuların giysilerine kolayca nüfuz eden cihazlar geliştirildi. Sadece havaalanlarında değil, terahertz teknolojisi uzun süredir diğer alanlarda da kullanılmaktadır.


Terahertz radyasyonu, kızılötesi ışık ve mikrodalgalar arasındaki frekans aralığında bulunan, elektromanyetik radyasyondur. 


Dalga boyları milimetrenin onda birinden büyük ve bir milimetreden küçüktür. Işınları, giysiler, plastik, kağıt veya ince ahşaptan kolayca parlar. Öte yandan, metalik nesnelere çarptığında, malzemenin yoğunluğuna bağlı olarak farklı derecelerde yansıma yapar. 


Terahertz radyasyonu aynı zamanda doğal ısı radyasyonunun da bir parçasıdır. Vücudumuz bu ışınların küçük bir kısmını kızılötesi radyasyonla birlikte cildin yüzeyine yayar. 


Çoğu havalimanında bulunduğu için yolculuk yapanlar terahertz radyasyonuna aşinadır. Artık dünya çapında vücut tarayıcısı olarak güvenlik kontrolleri için kullanılmaktadır. 


Tarayıcılar yolcuları metal dedektörlerden daha hızlı tarar ve hatta giysilerin altındaki sıvıları ve tozları ortaya çıkarır. Bu, insanları taramanın gereksiz olduğu ve güvenlik kontrollerinin de genellikle daha hızlı çalışabileceği anlamına gelir.


Havaalanındaki vücut tarayıcıları, yolcuların vücudundan yansıyan terahertz dalgaları ile aydınlanır. Giysilerin altına saklanan nesneler vücut dokusundan farklı yoğunluğa sahip oldukları için daha fazla radyasyon yansıtır. Hassas sensörler aracılıyla, bu nesneler bir monitörde görüntü olarak görülür.


Tarayıcının ekranı, nesnelerin gizlendiği yerleri renkli işaret olarak gösterir. Genellikle işaretler tek başına tam olarak ne olduğunu söylemediğinden, güvenlik personeli böyle bir durumda şüpheli alanları tarar. Bu prensibe göre çalışan tarayıcılara ise, aktif sistemler denir.


Bununla birlikte, diğer uygulama alanlarının arasında, yalnızca insanların kendileri tarafından yayılan radyasyonu ölçen tarayıcılar da bulunur. Bu örneğin, insanların kapalı bir ortamda olup olmadığını tespit etmek için kullanılır. Bir araçla insan kaçakçılığını tespitte gayet işlevseldir. Bu amaçla kullanılmasına ise, pasif sistemler denir. Bu cihazın sağlık için hiçbir riski yoktur.


Peki bu radyasyon neden bu kadar uygun? 


Kaiserslautern'deki Fraunhofer Fiziksel Ölçüm Teknikleri Enstitüsü'nden (IPM) Elmar Wagner "Terahertz radyasyonu insanlara zararsızdır" diyor. Terahertz ışınları ilk bakışta zararlı X ışınlarına benzer görünse de Federal Radyasyondan Korunma Dairesine göre vücuda hiçbir zarar vermez.


Nedeni: Terahertz radyasyonu uzun dalgalıdır ve nispeten düşük bir yoğunluğa sahiptir. Bu nedenle yüksek enerjili kısa dalga X ışınlarının aksine, iyonlaştırıcı değildir. 


Bu, vücudumuzdaki atom veya moleküllerden elektronları deviremeyecekleri, dolayısıyla hücrelere veya genlere herhangi bir zarar vermeyecekleri anlamına gelir. 


Terahertz dalgalarının enerjisi, sadece vücut yüzeyindeki molekülleri titreştirmeye yeterlidir. Bu, terahertz dalgalarının X-ışını veya radyoaktif radyasyondan temel farkı işte budur.


 Bu vücut tarayıcısı, 31 Aralık 2009'da ilk kez Amsterdam'daki Schiphol Havaalanı tanıtıldı. Yeni teknoloji kısa sürede uluslararası hale geldi. 2010 sonbaharında, artık Amerika Birleşik Devletleri'nde 310'dan fazla cihaz kullanılıyordu. Almanya da aynı şeyi yaptı, 27 Eylül 2010'da, gönüllüler ile yeni güvenlik kontrolünü denediği Hamburg Havaalanında pratik bir teste başlattı. 


Hamburg Havalimanı 2014'ten beridir de gelişmiş vücut tarayıcıları kullanıyor. Yine 2014 yılında, olumlu deneyime dayanarak, yetkililer yeni teknolojiyi tüm dünyaya tanıtmaya karar verdiler ve vücut taramaları artık Alman havalimanlarında günlük yaşamın bir parçası haline geldi.


Röntgen ışınına maruz kalan insanların mahremiyetine ilişkin ilk endişeler, test aşamalarından sonra ortadan kaldırıldı. Vücut tarayıcıları teorik olarak bedenlerimizi çok detaylı bir şekilde görebilir. Ancak pratikte, sistemler kasıtlı olarak insanları sadece piktogramlar olarak temsil edecek şekilde programlanmıştır. Tıpkı bir tür çubuk figürü sembolik görüntü gibi. 


Bu nedenle, havalimanındaki yolcuların, güvenlik görevlilerinin vücudunun samimi ayrıntılarını ekranda göreceğinden endişelenmesine gerek yok. Ayrıca kontrolden sonra veriler hemen siliniyor.


Ancak bu cihazın zayıf bir noktası var. Suyun, terahertz ışınlarını emmesi vücut tarayıcı teknolojisi için bir sorun teşkil ediyor. Güvenlik kontrolünden önce bir kişi çok terlerse veya yağmurda ıslanmışsa, artık kıyafetlerinin altına sanal olarak bakılamıyor. Ek olarak, tarayıcı ağız boşluğu ve güçlü kıvrımlar arasındaki alanları görüntüleyemiyor. Bu yerlerde gizlenen nesneler dolayısıyla tespit edilemiyor.


Yine de geleneksel metal dedektörlerinin aksine, terahertz tarayıcılar ayrıca giysilerimizin altındaki sıvıları veya tozları algılıyor.


Terahertz tarayıcılar, mumyalar ve malzemeler için de kullanışlıdır


Freiburg ve Zürih Üniversitelerinden araştırmacılar, bu radyasyonu tamamen farklı bir alanda kullandılar. Mumya parçaları için bir terahertz tarayıcı geliştirdiler. 3.000 yıllık mumyalanmış bir elin içine, bu tarayıcı ile X ışınlarına nazaran çok daha nazik bir şekilde bakabildiler. Hatta terahertzin görüşü kemiğe kadar ulaştı. Terahertz tarayıcının dalgalarıyla, muskalar ve silahlar bile tamamen mumyalanmış bir cesedin bandajlarından tanımlanabildi.


Fraunhofer araştırmacısı Elmar Wagner’a göre, bu radyasyon aynı zamanda teknik malzemeler hakkında da fikir verebiliyor. 


"Terahertz dalgalarında, görünür ışıkta, yakın kızılötesi ve X-ışını aralığında olduğundan farklı şeyler görüyoruz" diyor. Bir duvarın durumu veya ambalajlanmış bir malın düzenini bozmadan, güvenilir bir şekilde ve hasara neden olmadan kontrol edilebiliyor. 


Örneğin, kapalı mektupları veya paketleri kontrol etmek için kullanmaya çok uygun. Bu tarayıcılar postada patlayıcı veya uyuşturucu olup olmadığını kolayca ve hızlı bir şekilde analiz eder.


Terahertz dalgaları, halihazırda piyasada bulunan ilaçlar için bile faydalı olabilir. Ambalajdan yansıyan dalgalar, ilacın içerdiği maddeleri ve yardımcı maddeleri hakkında bilgi verir. Wagner, "Terahertz tarayıcılarını, sahte ürünleri ortaya çıkarmak için kullanılabiliriz" diyor.


Bu arada, terahertz tarayıcıları artık sadece insanları veya malları kontrol etmek için kullanılmıyor. 


Bu teknoloji ormancılığı bile kolaylaştırıyor. Ormandaki ağaçları, böceklerin ve zararlıların istilasına karşı korumak için, araştırmacılar yeni bir teknoloji geliştirdiler. Taşınabilir bir terahertz tarayıcı yardımıyla, ormancılar küçük parazitleri hızlı ve daha az çabayla artık tespit edebiliyorlar.


Şimdiye kadarki, terahertz ahşap taramaları yalnızca düz tahtalar veya panellerle mümkündü. Uygulamalı Bilim ve Sanat Üniversitesi'nden (HAWK) Kristi Krügener ve ekibi, döner sinyal ve alıcı kafa sayesinde yuvarlak ve düzensiz şekilli nesneleri de yüksek çözünürlüklü tarayan bir tarayıcı geliştirdi.


Krügener, "Bu tür terahertz ölçümlerinin derinlik çözünürlüğü, geleneksel X-ışını tekniklerinden daha yüksek ve mikro tomografiler ile karşılaştırılabilinir. İşte bu büyük avantaj sağlar." diye açıklıyor. 


Şili'deki ALMA Uzay Teleskobunda da Terahertz tarayıcılar kullanılmaya başlandı. Bu sayede milimetre ve milimetre altı ışıkta, daha önce astronomide gölge olarak nitelendirilen şeyler görünür hale geldi. Dolayısıyla, evrende her yerde bulunan tozları daha net inceleme şansı yakalandı.


Ancak terahertz radyasyonu yalnızca insanları ve nesneleri aydınlatmakla kalmaz, aynı zamanda hızlı kablosuz veri iletimi sağlar. 2017'de araştırmacılar, terahertz radyasyonu ile saniyede 100 gigabit kablosuz iletim kaydı elde ettiler. Bu, mevcut radyo teknolojilerine kıyasla iletim kapasitesinde beş ila on kat artış anlamına geliyor.


Fraunhofer Heinrich Hertz Enstitüsü'ndeki araştırmacılar, bir deneyde terahertz dalgaları kullanarak 4K videonun ilk gerçek zamanlı aktarımını da gösterdiler. Veri hızı da saniyede 100 gigabit'e ulaştı. Bu mevcut 4G ve 5G hücresel teknolojilerden önemli ölçüde daha fazladır. 


Terahertz tarayıcı, 300 gigahertz'in üzerindeki frekansları kullanır. Dolayısıyla geleneksel mobil iletişimden daha kısa dalga boylarını kullanıyor demektir. İşte bu, daha yüksek veri hızları sağlar, anlamına geliyor.


Araştırmacılar, terahertz iletiminin, olası uygulamaların, kablo veya fiber optik yoluyla da İnternet'in yerini alacağını söylüyorlar. 


Bilim adamları, kırsal alanlardaki kullanıcıların kablosuz bağlantısı nedeniyle gelecekte terahertz iletimini rahatlıkla kullanılarak, internet erişimine ulaşmalarının gayet mümkün olabileceğini dile getiriyorlar.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.wissen.de/revolutionaere-strahlung-terahertzwellen-und-ihre-anwendungen

29 Eylül 2020 Salı

Canlılarda Minyatürleşme Nasıl Ortaya Çıkıyor

 Adaların cüceleri ve Nanizm fenomeni


Adalarda çok özel yaşam alanları ve adalara özgü canlılar bulunur. 


Gözlemler, adalarda yaşayan memelilerin, genellikle ana karadaki akrabalarına nazaran çok daha küçük olduğunu gösteriyor. Bu kısa boylu oluş hayvanlara zarar vermiyor gibi görünüyor. Aksine, evrimsel avantajları bile var ve milyonlarca yıldır bu durum devam ediyor. 


Peki bu hayvanların adalardaki minyatürleştirmesi nasıl ortaya çıkıyor?


Borneo fili, Asya filinin cüce bir alt türüdür ve ana akrabalarından ortalama olarak yaklaşık yarım metre daha küçüktür.


Bazen, hayvanlar aleminde bir grup birey kendi popülasyonlarından ayrı bir durumda olur. Örneğin, bir popülasyondaki birkaç fare, bir odun parçası üzerinde denize sürüklenebilir ve bir adada mahsur kalabilir. Kendilerine yeni bir zeminde bulduklarında yeni çevresel koşullara da maruz kalırlar. 


Uygun adaptasyonlara sahip değillerse hayvanlar hayatta kalamaz. Bununla birlikte, avantajlı mutasyonlar, evrim sırasında orijinal popülasyonundan giderek daha fazla farklılık gösteren yeni adapte edilmiş bir popülasyonla sonuçlanır.


Küçük olmanın avantajı


Peki adalardaki yaşamı bu kadar farklı kılan nedir? Önemli bir faktör, yiyeceğin mevcudiyetidir. 


Bir adanın kıt alanında, hayvanlar yiyecek ve uygun yaşam alanları için hızla rekabet içine girerler. Bu sadece otoburlar için değil, avcılar için de geçerlidir. Genellikle, avları erzak yetersizliği nedeniyle kıtlaştığında ilk ölenler onlardır. 


Daha az besinle yaşayanlar avantajıdır. Bu nedenle adalarda hayatta kalan birkaç yırtıcı hayvanın boyutu genellikle küçülür.


Kaliforniya adasında yaşayan yalnızca bir ev kedisi boyutundaki gri tilki, yırtıcı hayvanlarda ada cüceleşmesine çok iyi bir örnektir.


ABD İçişleri Bakanlığı, Milli Park Servisi’nin yaptığı açıklamaya göre, birçok otçul hayvana ev sahipliği yapan adalar için şunlar geçerlidir: 


Adalarda yaşayan otçul hayvanlar için yırtıcı hayvanların yokluğu nedeniyle, savunma için heybetli bir vücut büyüklüğüne sahip olmak artık evrim açısından avantajlı değildir ve enerji kullanımı açısından çok büyük bir dezavantajdır. 


Öte yandan küçük olmak, yiyecek ve su eksikliğine bir avantaja dönüşür. Daha küçük bir vücut metabolizmasını sürdürmek için daha az kaloriye ihtiyaç duyar. Adalarda, bu hayatta kalma avantajları hızlı bir şekilde gelecek nesillere yerleşir.


Örneğin, cüceleşmeye neden olan bir mutasyon, bir adada bir filin hayatta kalması için faydalı olabilir. Adada anakaradaki gibi geniş çim alanlar yerine sadece çorak toprak ve az bitki yemi varsa, daha az enerji ile beslenen fillerin hayatta kalma şansı daha yüksektir. 


Sonuç olarak, bu fil daha sık çoğalabilir ve mutasyonu yavrularına aktarabilir. Adalarda yaşayan bir türün genellikle az sayıda bireyi olduğu için, kısa boylu genetik bilginin daha fazla yayılma olasılığı artar. Cücelik, orada yaşayan nüfusun bir özelliği haline gelir.


Tüm zamanların fenomeni


Bugün bu fenomen bazı yılanlarda, rakunlarda, tavşanlarda, domuzlarda ve geyiklerde bulunabilir. Norveç'in Svalbard adasındaki, Svalbard ren geyikleri bu duruma çok iyi bir örnektir: 


Omuz yükseklikleri 65 santimetreyle dikkat çekecek kadar küçüktür. Anakaradaki ren geyiklerinin ortalama omuz yüksekliği yaklaşık 110 santimetredir.


Svalbard’da anakaradaki akrabalarından önemli ölçüde daha kısa bacaklı, daha küçük ve daha hafif olan, tahminen 10.000 ren geyiği yaşamaktadır.


Hatta günümüzde filler arasında bir cüce alt tür de vardır: Borneo cüce fili yalnızca Endonezya'nın Borneo adasının kuzeydoğusunda yaklaşık 1000 fil nüfusu ile adaya özgüdür. Borneo cüce fillerinin erkekleri, İki metre omuz yüksekliğindedir. Dolayısıyla üç metre omuz yüksekliğine ulaşabilen diğer tüm Asya fillerinden daha küçüktür.


Minyatürleşme ya da cücelik, modern çağın bir icadı değildir. Buz Devri'nden elde edilen fosiller, Sicilya ve Malta gibi bazı Akdeniz adalarında, bir zamanlar nesli tükenmiş olan çeşitli cüce fil türlerinin yaşadığını gösteriyor. Mamutun cüce formları da bazı adalarda bulundu. Dünyanın en küçük mamutu Girit'te yaşıyordu ve sadece 1,13 metre boyundaydı. Diğer cüce mamutların kemikleri de Sardunya'da keşfedildi.


Yaklaşık 100.000 yıl önce nesli tükenmiş olan Sicilyalı cüce fili, yalnızca 90 cm omuz yüksekliğine sahipti.


İnsan benzeri bir minyatürleşme ya da cücelik geçirdi mi?


İnsanın minyatürleşme geçirip geçirmediği bugün hâlâ belirsizdir. Bunun kanıtı, Liang Bua mağarasında 2003 yılında Endonezya'nın Flores adasında 18.000 yıllık fosillerin bulunmasından elde edildi. 


Bu fosiller özellikle küçük bir insanın varlığına işaret ediyordu. Beyni şempanze beyni büyüklüğünde bir metre boyunda kadın fosili büyük bir sansasyonel ilgi yarattı. 


Bu yeni keşfedilen cüce insan türüne, keşfedildiği yerin ardından Homo floresiensis adı verildi.

Bugün orada yaşayan insanlar üzerinde yapılan genetik araştırmalar, Flores hobbitinin adadaki çevre koşulları nedeniyle akrabalarından açıkça farklı olduğunu göstermiştir. Ancak, bu durum, tüm çağdaşlarından tamamen farklı bir tür olmasını gerektirmez. Spekülasyona göre , Flores hobbiti Homo erectus'un soyundan geliyor.


Nürnberg'deki araştırmacılar, Flores'teki cüceleşmenin vücut ve kemiklerin kısa boyundan sorumlu olan bir genetik kusurdan kaynaklanmış olabileceğini varsayıyor. Fakat bunun için bilimsel kanıt bulamadılar.


O buluştan sonra ne cücelik ne de insan benzeri fosilin kökeni net bir şekilde açıklanamadı. Çünkü Flores adasına, insanların ilk ne zaman yerleştiği ve o zamanlar adanın anakaraya bağlı olup olmadığı bilinmiyor.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.wissen.de/die-zwerge-der-inseln-das-nanismus-phaenomen

ITER Dünyanın En Büyük Füzyon Reaktörü, Geleceğin Teknolojisi

Dünyanın en büyük füzyon reaktörü olan ITER ile yakın gelecek değişecek. Yenilenen ITER'in vakum tankı 840 metreküp plazma içerecek. Bu bugüne kadar var olan tüm tokamak füzyon cihazlarından daha fazla plazma demek oluyor. Her şey planlandığı gibi giderse, ITER ilk plazmasını Aralık 2025'te üretecek ve ardından nükleer füzyon ateşlenecek. 


Daha sonra ITER, buhar türbinleri aracılığıyla yaklaşık 200.000 haneye elektrik üretmek için kullanılabilecek 500 megawatt enerji sağlayabilecek.


AB, Çin, Japonya, Güney Kore, ABD, Rusya ve Hindistan dahil olmak üzere bu mega projeye 35 ülke katılıyor. Geçtiğimiz beş yıl boyunca, fabrikalarda ve araştırma tesislerinde devasa sistemin bileşenlerini tasarladılar. 


ITER'in Fransa'nın güneyinde inşaası şimdi başlıyor. İlk bileşenler geçtiğimiz birkaç ay içinde dünyanın her yerinden Fransa'ya ulaştı ve önümüzdeki haftalarda ve aylarda daha fazlası gelecek.


ITER, bir milyondan fazla bağımsız bileşenden oluşuyor ve bu onu dünyadaki en büyük ve en karmaşık makinelerden biri yapıyor.


ITER Genel Müdürü Bernart Bigot, "Bu makineyi parça parça bir araya getirmek, üç boyutlu bir bulmaca oluşturmaya ve karmaşık bir programı takip etmeye benziyor. Bu makineyi monte ederken proje yönetimi, sistem teknolojisi, risk yönetimi ve lojistiğin tüm yönleri bir İsviçre saatinin hassasiyetin olmalıdır.." dedi. 


İnşaat tamamlandığında, ITER bir milyondan fazla bağımsız bileşenden oluşacak ve bu da onu en büyük ve dünyanın en karmaşık makineleri listesine sokacak.


ITER'nin bazı bileşenleri bin tondan daha ağırdır ve vakum odası ve sistemin ısı yalıtımı için kullanılan kriyostat kabuğu 30 metreden daha yüksektir. 


Şimdiye kadar yapılmış en büyük paslanmaz çelik haznedir. Diğer ITER bileşenlerini tutan süper iletken mıknatısı hem çok büyük hem de oldukça karmaşıktır. 


Bunların en güçlüsü ve en büyüğü altı parçalı be santralin merkezinde bulunan solenoiddir. Bu mıknatıs, bir uçak gemisini manyetik kuvvetle kaldıracak kadar güçlüdür.


2025'in sonuna kadar, tüm bileşenlerin yerinde olması ve birbirine bağlanması gerekiyor. ITER faaliyete geçerse, insanoğlu bir enerji kaynağı olarak nükleer füzyon hayaline bir adım daha yaklaşacak. 


Nükleer füzyon hakkında daha detaylı bilgi ;


Nükleer füzyon olmadan yeryüzünde yaşam olmazdı. Aynı zamanda atom çekirdeğinin füzyonu güneşe ve diğer yıldızlara parlamaları için enerji sağlar. 


Bu enerji kaynağının benzeri bir şekilde yeryüzüne getirilebilirse, elektrik ve ısı verimli ve nispeten "temiz" bir halde üretilebilir. Şu anda Fransa'da yapımı başlayan dünyanın en büyük füzyon reaktörü ITER, bunun pratikte nasıl yapılabileceğini gösterecek. 


Peki nükleer füzyondan nasıl elektrik elde edebiliriz?


Yıldızların içinde kendi kendine olan şey, yalnızca reaktörde çok yüksek basınç ve muazzam sıcaklıklar altında çalışır.


Güneş gibi yıldızlar, enerjilerinin büyük bir bölümünü helyum çekirdeği oluşturmak için hidrojen atom çekirdeğinin füzyonundan alır. Bu füzyon sırasında, radyasyon ve ısı şeklinde muazzam miktarda enerji açığa çıkar. 


Nükleer füzyon başarılı bir şekilde yeni bir enerji kaynağı olarak kullanılırsa, artan dünya nüfusu binlerce yıl boyunca yaptığı hidrojen ve ısıdan enerji üretmeden daha farklı ve verimli bir şekilde elektrik ve ısı sağlayabilir.


Ancak sorun, yıldızlarda tek başına meydana gelen şeyin, yüksek basınç altında ve muazzam sıcaklıklarda gerçekleşmesidir. 


Ancak bu koşullar altında atom çekirdeği karşılıklı itilmesinin üstesinden gelebilir ve birbiriyle kaynaşabilecek kadar yaklaşabilir. 


Karasal koşullar altında, bir füzyon reaksiyonunun tutuşması ancak 150 milyon derece civarında mümkündür. Bu sıcaklık, güneşin iç kısmındaki sıcaklıktan on kat daha fazladır.


Bu, füzyon yakıtını ısıtmak için büyük miktarlarda enerji gerektiği anlamına gelir, çünkü yalnızca füzyon ateşlendiğinde sistem kendini koruyabilir ve ek ısıtma olmadan çalışmaya devam edebilir. 


Ayrıca depolamaya da özel önem vermek gerekir. Dünyadaki hiçbir malzeme milyonlarca derece sıcak plazmaya uzun süre dayanamaz. 


Bununla birlikte, sıcak maddedeki, atomik çekirdeklerin birbirleriyle yeterince sık çarpışmasına izin verecek kadar dar bir şekilde bir yere kapatılması gerekir. 


Güneşte ve yıldızlardaki füzyonda ise, yerçekimi yeterli sıkıştırmayı sağlar. Güneşteki yerçekimi rolünü, karasal koşullar altında, son derece güçlü manyetik alanlar üstlenir.


Güney Almanya'daki Wendelstein 7-X test reaktörü de dahil olmak üzere ilk füzyon test tesisleri şu anda yerleştirildi. 


Sıcak füzyon plazmasının içlerinde nasıl "kilitlendiğine" bağlı olarak bu reaktörler iki farklı ilkeye göre inşa edildi. 


Teorik olarak, güçlü manyetik bobinlerden oluşan bir halka reaktör yeterli olacaktır. Manyetik bobinler, plazmadaki yüklü parçacıklar için manyetik çubukları oluştururlar. Ancak bu ızgarada boşluklar bulunur, çünkü bobinler halkanın dışında içeriden daha farklıdır. Bu nedenle, iyileştirmeler yapılmalıdır. 


Bu iyileştirme için iki yöntem vardır.


Birincisi, Alman test reaktörü Wendelstein 7-X'te de uygulanan bir sistem olan yıldızlandırıcıdır. Dış ızgarayı oluşturan bobinler, kafes içindeki boşlukları kapatacak şekilde özel olarak şekillendirilmiştir. Ortaya çıkan manyetik alan bükülür ve içindeki plazmayı kendi şeklini takip etmeye zorlar. Bununla birlikte, bu yöntemin boyutu ve elde edilebilir plazma yoğunluğu sınırlıdır.


Tokamak, daha büyük reaktörler için daha uygundur. Bu durumda, elektrik akımı, sıcak plazmayı harekete geçirir ve kendisinin bir manyetik alan oluşturmasına neden olur. Dünyada halihazırda bazı tokamak araştırma reaktörleri var, ancak şu ana kadar hiçbiri tutuşma aşamasına gelememiştir.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.wissen.de/iter-kernfusion-als-energiequelle-wie-geht-das

Dezavantajları Olan Harika Bir Hammadde

 Dezavantajları Olan Harika Bir Hammadde


Uçaklarda, yemeğimizi onunla sarıyoruz ve koltuk altlarımıza deodorant olarak sıkıyoruz.. Sanırım Alüminyumdan bahsedildiğini anlamışsınızdır. Bu hafif metal olmadan günlük hayatımızı hayal etmemiz çok zor. Bununla birlikte, son zamanlarda giderek daha fazla Alüminyumun göz ardı ettiğimiz zararlarını araştırma vakti geldi.


Alüminyumun sağlığımız üzerindeki etkisi nedir ve ekolojik dengesi ile bağlantısı var mıdır?


Çok yönlü, dayanıklı, esnek: Alüminyum mimaride de geleceğin malzemesi olarak kabul ediliyor.


Alüminyum gerçekten çok yönlü kullanımı olan harika bir hammadedir. Son derece hafif, esnek ve aynı zamanda neredeyse çelik kadar sağlamdır, ısıya dayanabilir ve elektriği iletebilir. 


Bu nedenle elektronik sektöründe olduğu gibi havacılık endüstrisinde de vazgeçilmezdir. Ancak hafif metal, sadece bu alanlarda değil, aynı zamanda hayatımızda pek çok başka şeylerde de bulunur: Örneğin ; Arabalarda , deodorantlarda hatta şekerlemelerde. 


Günümüzde alüminyum, demirden sonra en çok işlenen ikinci metaldir.


Bu malzeme endüstrinin çeşitli dalları için ne kadar önemli olsa da bitkiler, hayvanlar ve insan vücudu için o kadar önemsizdir. 


Alüminyumun organizmamız üzerinde tek bir doğal işlevi yoktur. Kısaca: buna ihtiyacımız yok. Yine de organizmamızda yeme içme yoluyla aldığımızdan dolayı her zaman bulunur.


Örneğin ; Alüminyum folyoya sarılmış patatesli ızgara yapımında 

alüminyum tepsiler ve alüminyum folyolar  pratik olduğu için mutfakta kullanımı oldukça yaygındır. Ancak ızgara yaparken bunu kullanmaktan kaçınmak daha iyidir çünkü hafif metal yiyeceğe oradan da vücudumuza geçebilir.


Hatta, yer kabuğundaki en yaygın elementlerden biri olan alüminyum, topraktan çıkıp içme suyuna, bitkilerin özüne ve dolayısıyla vücudumuza girer. Tıpkı doğal çay, sebze veya çikolatada ister istemez alüminyum bulunması gibi.


Ayrıca tuz ve asidin etkisi altında alüminyum iyonları ambalajdan gevşeyebilir ve daha sonra gıdalarımıza geçebilir. Ve teorik olarak, madde deri yoluyla da vücudumuza girebilir. Örneğin alüminyum içeren deodorantlar kullanıldığında bu risk mevcuttur. Çünkü;

Piyasada satılan birçok deodorantta alüminyum da vardır.


Bu sebepler yüzünden yıllar geçtikçe vücudumuzda alüminyum birikir. 


Peki bu birikmenin sonuçları nelerdir? 


Net olan bir şey var: Kısa bir süre içinde çok fazla alüminyum yutarsanız, vücudunuzda hafif metal toksik bir etkiye sahip olabilirsiniz. Bu nedenle, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, vücut ağırlığının kilogramı başına bir miligramdan fazla alüminyum tüketilmemesini önermektedir. 


60 kilogram ağırlığındaki bir kişi için maksimum alım 60 miligram olmalıdır.


Bununla birlikte: Önemli ölçüde daha düşük alım miktarlarının uzun vadede olumsuz sonuçlara yol açıp açmayacağı kesin olarak açıklığa kavuşturulmamıştır Sonuçlar yalnızca kademeli olarak ve muhtemelen ancak on yıllar sonra fark edilebilir hale gelecektir. 


Ancak, alüminyumun artık Alzheimer ve meme kanserinin gelişiminden ortak sorumlu olduğuna dair ciddi şüphe duyuluyor.


Kutu içinde satılan asitli içeceklerde de, kutunun duvarından alüminyum içeceğe süzebilir. Bu tehlikeye rağmen sitrik asit içeriği yüksek tatlı ve kolalı içecekler hala raftaki alüminyum kutularda satışa sunuluyor.


Bazı çalışmalarda, araştırmacılar ölen demans hastalarının beyinlerinde anormal miktarda alüminyum birikimleri buldular. 


Kanserli kadınların göğüs sıvısında da benzer gözlemler yaptılar ve hastalara yapılan anketler, alüminyum içeren deodorantların sık kullanımı ile bireysel meme kanseri riski arasında bir bağlantı olabileceği gösterdi.


Ancak her iki durumda da nedensel bir ilişki doğrulanmamıştır. Federal Risk Değerlendirme Enstitüsü, "Kronik alüminyum tüketimiyle ilişkili sağlık riskleri henüz yeterince araştırılmamıştır" diye yazıyor. 


Bu belirsizlik durumuna karşı, vücuduna alüminyum alımını azaltmak isteyenlere tavsiyemiz, alüminyum içermeyen kozmetik ürünler almalarıdır. Öte yandan tuz veya asit içeren yiyecekler mümkünse alüminyum kaplarda saklanmamalı veya alüminyum kaplarda hazırlanmamalıdır. 


Bu, örneğin dilimlenmiş elma, jambon veya turşu gibi yiyecekleri alüminyumdan uzak tutmak demektir.


Potansiyel sağlık riskine ek olarak, günlük yaşamda alüminyumdan daha sık kaçınmanın başka bir nedeni daha vardır: Çevre koruma. Hafif metalin çıkarılması süreci, ekolojik açıdan çok zararlıdır. Örneğin, alüminyum içeren cevherlerin çıkarılması için yağmur ormanlarının çoğu kez kesilmesi erekir. Ek olarak, bu cevherlerin daha fazla işlenmesi son derece yoğun enerji gerektiren ve aynı zamanda işlenmesi esnasında havaya zehirli  gazlar salınan bir maddedir.


Alüminyum üretiminde sadece son derece aşındırıcı kostik soda gibi kimyasallar kullanılmaz. Cevherlerden cıva ve arsenik gibi ağır metallerin yanı sıra radyoaktif uranyum da açığa çıkar.


Bir ton alüminyum üretimi, bu tür toksik maddeler içeren 1.5 ila 3.5 ton atık ile sonuçlanır.


Rengi nedeniyle kırmızı çamur olarak adlandırılan bu kalıntı, daha fazla işlenemez ve ilgili ülkenin yönetmeliklerine bağlı olarak özel depolama alanlarına atılır veya basitçe büyük göllere ve nehirlere boşaltılır.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: https://www.wissen.de/wunderrohstoff-mit-schattenseiten

28 Eylül 2020 Pazartesi

Hayvanlar Aleminden Bilgiler

 Dünyanın en yaşlı hayvanı hangisidir? 

 Dünyadaki en yaşlı canlısı, dev Anoxycalyx joubini süngeridir.  Bu hayvan organizması 10.000 yıl yaşayabilir.  Soluk sarı ve beyazımsı bir süngerdir. Antarktik okyanus bölgelerinin tabanında bulunur ve iki metre yüksekliğe ulaşabilir.


En zeki hayvan hangisidir?  

Bilim adamları yunusların en zeki hayvanlar olduğunu öne sürüyorlar.  Çünkü, yunuslar olumlu ve olumsuz duygular ve özgüven yaşayabiliyor.  Ayrıca birbirlerine şefkat duyup, karmaşık görevleri çözebiliyorlar.


Omurgalı hayvanlardan en uzun yaşama rekoru hangi hayvana aittir?  

Araştırmacılar, nadir bulunan Grönland Köpekbalıklarının en uzun yaşama rekoruna sahip omurgalı hayvan olduğunu keşfettiler.  400 yaşından daha uzun yaşayabilirler.  Ayrıca 150 yaşına kadar cinsel olgunluğa da ulaşmazlar.


Kaç dinozor türü biliniyor?  

Toplamda, yaklaşık 1400 dinozor türü bilinmektedir.  Her yıl yaklaşık 15 yeni tür keşfediliyor.  Dinozorları, tam olarak gösteren birkaç tüm iskelet bile bulundu.


Denizlerimizde aşırı şekilde balık avlanılıyor. Hesaplamalar ticari balıkçılığın en geç 2050 yılında artık mümkün olmayacağını gösteriyor.  Bu nedenle, artan balık tüketimimizi yeniden gözden geçirmemiz önemlidir.


Balık yiyip et yemeyen, vejeteryan değildir.  Et yemese de balık ve deniz ürünleri yiyenler pesetaryanlardandır.  Canlılar arasında farklılıklar olsa da balıklar da korku, stres ve acı yaşarlar.  Vejeteryanlar duyguları olduğu için hiçbir hayvanı yemezler. İşte vejetaryenler ve pesetaryenler arasındaki fark da budur.


Dünya çapında 20.000'den fazla arı türü vardır.  Almanya'da yaklaşık 500 ila 600 arı türü yaşıyor.  Bununla birlikte, dünya çapında yalnızca yaklaşık on bir arı türü bal üretmektedir.  Bu bal arılarının sadece bir türü Almanya'da yaşıyor.


Solucanlar nasıl çoğalır?  

Bu Solucanlar hermafrodittir.  Bu, hem erkek hem de dişi cinsiyet organlarına sahip oldukları anlamına gelir.  Solucanın bir partner tarafından döllenmesi gerekir ve ardından her iki solucan da yumurta bırakabilir.  Bu yumurtalar daha sonra bir mukoza zarına sarılır ve bir yuvaya konulur. Yaklaşık üç hafta sonra yumurtalar çatlar ve böylelikle yaşam döngüleri devam eder.


Karıncalar ne kadar ağırlık taşıyabilir?

Bazı türler kendi vücut ağırlıklarının 30 ila 40 katını taşıyabilir.  Bir deneyde, bir karınca 500 gramlık bir ağırlığı yani vücut ağırlığının 100 katını bile taşımayı başardı.  Bu, 80 kg ağırlığındaki bir kişinin 8000 kg ağırlığı kaldırmasına eşittir.


Neden uğur böceğinin vücudunda siyah noktalar vardır?  

Uğur böceklerinin tüm yaşamları boyunca aynı sayıda noktaları vardır.  Sayı iki ila 24 puan arasında değişir ve uğur böceği türüne bağlıdır.  Uğur böceği, düşmanlarına zehirli olduklarını bildirmek için noktaları kullanır.  Saldırıya uğradıklarında, toksik alkaloidler içeren vücut sıvıları salgılarlar.


Çeviri: İnanç Kaya 

Kaynak: Wissenaktuell

Astronomi 'de Bilinmesi Gerekenler

 Kırmızı süperdev "VY Canis Majoris", Samanyolu'ndaki en büyük yıldızlardan biridir ve güneşten yaklaşık 3 milyar kat daha büyüktür.  Güneşin yerine BY Canis Majoris olsaydı, Merkür'ü, Venüs'ü, Dünyayı, Mars'ı, Jüpiter'i ve hatta Satürn'ü bile yutardı.


Evrendeki en eski ve dolayısıyla ilk kimyasal bileşik Helyum Hidrit İyonu (HeH+) ‘dur.  İlk olarak ortaya çıkmasının sebebi; Evrenin oluşmasından kısa bir süre sonra, evren neredeyse tamamen hidrojen ve helyumdan oluşuyordu.  Onun için bir kimyasal birleşik olacaksa bunun hidrojen ve helyumdan olması doğaldı. Zaten bu teori, 1925'te laboratuvarda ispatlanmıştı ve uzayda ilk kez 2019'da Bonn'daki Max Planck Enstitüsü'ndeki araştırmacılar tarafından da tespit edildi.


Bilim insanları, Dünyadaki en nadir görünen olay olan, Xenon-124 e'nin bozulmasını keşfetti. Aslında bu keşif tesadüfen oldu. "Karanlık madde" aranırken, araştırmacılar (radyoaktif ksenon) izotop ksenon-124'ün bozunmasını ölçebildiler.  Bu verilerden, izotopun inanılmaz bir yarı ömrü belirlendi: İzotopun yarı ömrü tam 18 trilyon yıl.  Karşılaştırma için: evrenimiz yaklaşık 14 milyar yaşında olduğunu belirtelim.


Güneş sistemimizdeki en uzak nesne, "Farout" isimli cüce bir gezegendir.  500 km çapındaki cüce gezegenin özelliği ise pembe renginde olması.


Geleceğin mesleklerinden biri Biyoinformatik’tir. Prensip olarak, DNA zincirleri dijital verilerin depolanması için gayet uygundur.  Biyoinformatikçi Yaniv Erlich, "Science" dergisinde, kısa bir videoyu, metnini, görüntüleri ve bir işletim sistemini, DNA'yı oluşturan ve DNA'da depolanan dört nükleobazın bir dizisine atadığı 67.088 bölüme dosya transferini nasıl yaptığını anlattı. Bütün dosyalar, daha sonra dijital ortamda çalıştırıldığında kusursuz işlediği görüldü.


Bir karadeliğin görüntüsündeki turuncu ve kırmızı renkler, kara deliğin kütlesi tarafından neredeyse ışık hızına çıkarılan gaz ve toz kütlelerinden kaynaklanır.  Bu onların ısınmasına ve radyasyon yaymasına neden olur.  Ortadaki siyah daire, kara deliğin gölgesidir.  Bir kara deliğin kendisi, muazzam kütlesi nedeniyle ışığı “yakaladığı” için görülemez.  Sadece çevresi bunu açığa çıkarır.


Jüpiter'in uydusu Europa, dünya okyanuslarının toplamının iki katı kadar suya ev sahipliği yapıyor.  Galileo sondası sayesinde araştırmacılar, Jüpiter’in uydusunun altında, 100 km derinliğinde okyanus bulunan bir buz tabakasıyla kaplandığını biliyorlar.


Dünyamızdan 10 ışık yılı uzağına devasa bir ayna koyup, bunu bir teleskopla gözlemlerseniz, 20 yıl önceki dünyanın halini o anki zamanda görebilirsiniz. 


Ay, her yıl dünyadan yaklaşık 3,8 cm uzaklaşır.


Andromeda Galaksisi , gece gökyüzünde çıplak gözle düzenli olarak görülebilen en uzak nesnedir.  Bizden yaklaşık 2,5 milyon ışıkyılı uzaklıktadır.


Eğer, Dünya bir elma kadar küçük olsaydı, atmosferi de  bir elma kabuğu kadar kalın olurdu.


Mars gezginine gönderilen Curiosity, gerektiğinde kayaları 7 m'ye kadar uzaktan yok edebilecek ve kayaları analiz etmek için, hedefini hesaplayabilen bir lazere sahiptir. Ayrıca bir özelliği de , Plazma bulutuna sahip olmasıdır. Plazma bulutu, bir teleskopla alınan ışığı farklı dalga boylarına ayırarak, spektrografa ileten ışığı yayar. Belirli bir dalga boyuna sahip ışığın görünümü, belirli elementlerin varlığını gösterir, bu nedenle kaydedilen spektrum, Mars kayalarının kimyasal analizi için kullanılır. 


Hollanda'da ESA, Ay’a gidecek astronotlara sürekliliği olan oksijen kaynağı sağlayabilmek için, ay tozundan oksijen çıkarma yöntemini test ediyor.  Deney, insanlığı, "Ay’da kolonileşme" yolunda bir adım daha ileri götürebilir. Ay yüzeyindeki regolit (ay tozu),% 45'e kadar oksijenden oluşan bir dizi metal oksitten oluşur.  950 C' de bir eriyik akış elektrolizi vasıtasıyla, sıvı elektrolit elektrokimyasal olarak oksijen ve metallere ayrılabilir. Böylece oksijen tutulur ve astronotlar için oksijen kaynağı olarak kullanılabilinir.



Bir astronot, koruyucu giysisi olmadan 2 dakika sonra uzayda ölür.  Önce oksijen yetersizliğinden bayılır ve dış basınç olmadığı için vücudu yaklaşık iki katına kadar şişer.  Gözlerdeki ve ağızdaki sıvılar buharlaşacağı içinde gözleri ve ağzı kuruyacaktır.



Asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve göktaşları arasındaki fark nedir?  Asteroitler ; Gezegenlerden daha küçüktür ve çoğu, güneş etrafındaki Kepler yörüngelerinde bulunur.  

Kuyruklu yıldızlar ; Güneşin yakınında uzun, parlak bir gaz ve toz kuyruğu geliştirmeleriyle karakterize edilir.  Genellikle güneş sisteminin dış bölgelerinden gelirler ve bu nedenle kısmen su buzu gibi donmuş maddelerden oluşurlar.

Bir göktaşı, bir asteroitten daha küçüktür.  Dünya atmosferine girip orada yanabilir, o zaman meteor veya "düşen yıldız" olarak adlandırılır, hatta dünyaya ulaşırsa meteoroid denir.


Albert Einstein'ın teorileri olmadan var olmayacak bazı teknikler: 

1. GPS (zaman genişlemesi) 

2. Atomik güç 

3. Güneş pilleri 

4. Lazer teknolojisi 

5. TV tüpü 

(Foto etkisi) (uyarılmış emisyon) (kütle artışı )vs. teorileri bu alanlarda kullanılmıştır.


Popüler bilimsel haber portalları ve Wikipedia dışında bilimsel bilgileri veya gerçekleri nasıl araştırırsınız?  

İşte size bir liste ;

-Ücretsiz İngilizce uzmanlık literatürü şu adreste mevcuttur: www.openstax.org

-Bilimsel belgeler için özel arama motorları vardır.  

Google Scholar Microsoft Akademik Arama 

base-search.net

www.plos.org www.arxiv.org www.ncbi.nlm.nih.gov

www.plos.org www.arxiv.org www.ncbi.nlm.nih.gov


Apollo astronotları, ay görevlerinden eve 382 kg ay taşı getirdiler.  Fakat NASA, araştırmacılara ve devlet başkanlarına o kadar çok taş gönderdi ki, daha sonra bu taşların izlerini kaybettiklerini ve yüzlerce ay örneğinin kayıp olduğunu itiraf etmek etmek zorunda kaldılar.


Şimdiye kadar, dünya dışı yaşamı bulmak için dış gezegenlerin atmosferinde oksijen arayışına odaklanılmıştı. Bilim adamları şimdi hidrojeni de aramayı öneriyorlar, çünkü yeni deneyler bazı bakterilerin bir hidrojen atmosferi altında hayatta kalabildiğini ve büyüyebildiğini gösterdi.


Satürn "halkalı gezegen" olarak bilinir. Fakat, Jüpiter, Uranüs ve Neptün'ün de halkaları vardır. Ancak bunlar net görünmez.


1974'te "Arecibo Mesajı" dünyanın en büyük ikinci radyo teleskopu tarafından uzaya gönderildi. İkili kodla yazılmış sinyali deşifre etmeyi başaran yabancı bir medeniyet, nerede olduğumuzu , görünüşümüzü ve yapımız hakkında bilgileri bu mesajda bulabilecekti. Fakat eleştirmenler, mesajın çok karmaşık olduğunu söylüyor. 150 yıl önceki insanlar  bile bu mesajları kendileri anlayamaz ve yorumlayamazdı. Kaldı ki, gökadamızın kendi kendine dönüşü  de konum hesabına katılmadı, böylece sinyal hedefini ıskalayabilir. Uzayda bir medeniyet mesajı alsa bile bizi bulamayabilir.


Bu kadar çok yıldız varsa, peki neden gökyüzü geceleri daha parlak değil?

Bu düşünce deneyi "Olbers Paradoksu" olarak bilinir.  Cevabı : Evren genişliyor, bu da bazı yıldızlardan gelen ışığın bize asla ulaşmadığı anlamına geliyor.  Ek olarak, yıldız ışığının dalga boyu uzayda dolaşırken artar ve bu, onu bizim için görünmez hale getirir.


Konumunuzu www.spotthestation.nasa.gov/ adresinden girin ve ISS'nin (Uluslararası Uzay İstasyonu’nun) sizin olduğunuz yerin üzerinizden ne zaman geçeceğini öğrenin.


ISS (Uluslararası Uzay İstasyonu)’nunda, idrarın, terin ve hatta astronotların soluduğundaki suyun % 88'i yüksek saflıkta içme suyuna dönüştürülür.


Dünya atmosferinin üst katmanları, kuzey ışıkları olmasa bile yeşil parlar.  Bu fenomen "hava parlaması" olarak adlandırılır ve oksijen atomlarının güneşin UV ışığı tarafından uyarılmasından kaynaklanır.


1969'da Roger Penrose, gelişmiş bir medeniyetin bir kara delikten nasıl enerji çıkaracağını ve onu kendisi için nasıl kullanabileceğini anlattı. Astronomi’de "Penrose Süreci" olarak bilinen şey işte budur.


İngiliz Richard Garriott her zaman babası gibi bir astronot olmak istiyordu, ancak zayıf görme yeteneği nedeniyle astronotluğa uygunluk onayı alamadı.  Bir bilgisayar oyunu şirketi kurdu. Zengin olduktan sonra, 2008'de uzay turisti olarak bir bilet satın aldı ve sonuçta ISS (Uluslararası Uzay İstasyonu)’na yine de uçtu.


Orijinal Einstein belgelerinin bir koleksiyonu Princeton Üniversitesi'nin einsteinpapers.press.princeton.edu/ web sitesinde bulunur.  Burada Einstein'dan yaklaşık 30.000 belgeyi ücretsiz indirebilir ve okuyabilirsiniz.


Mars'ta gün batımı mavidir.  Çünkü ; Mavi ışık, akşamları yoğun toz nedeniyle Mars atmosferine diğer dalga boylarına göre daha verimli bir şekilde nüfuz ediyor.


Halka şeklinde gezegenlerin olması fiziksel olarak mümkündür.  İki kayalık gezegen çarpıştığında, bir halka enkazı bulutu oluşturabilirler.


Araştırmacılar bilgisayarda Venüs atmosferini simüle ettiler, ancak simülasyon Venüs’te bulunan yüksek konsantrasyonlardaki gazın oluşumunu açıklayamadı.


Çeviri :İnanç Kaya 

Kaynak :Doktorwissenschaft 

Astronomi Bilgileri

 Astronotlara genellikle kendi ülkelerinde uzaydan oy verme fırsatı verilir.  Teksas eyaleti, 1997'de astronotların oy kullanma katılımını düzenleyen bir yasa bile çıkardı.  Örneğin Shane Kimbrough, şifrelenmiş bir e-posta yoluyla 2016'daki ABD başkanlık seçimlerinde oy kullanmıştı.


Güneşin yerini aynı kütlede bir kara delik alacak olsaydı, dünya için astronomik olarak hiçbir şey değişmezdi.  Karadelik yörüngesinde kalacak ve bir yıl hâlâ 365 gün olacaktı.


Karadelikler kozmik elektrikli süpürgeler değildir.  Gezegenler, bir yıldızın etrafında döndüğü gibi, bir kara deliğin etrafında da aynı şekilde yörüngede dönebilirler.  Bunun ön koşulu, belli bir sınırı geçmemeleridir.  Buna olay ufku denilir ve nesnelerin kara deliğin içine çekildiği belirli bir yarıçapı tanımlar.


Güneş sistemimizdeki gezegenlerin çoğunu görebilmeniz için bir teleskoba ihtiyacınız yok.  Çıplak gözle Merkür ve Venüs şafakta ve alacakaranlıkta görülebilir, Mars kırmızımsı rengi sayesinde hızlı bir şekilde fark edilebilir. Jüpiter ve Satürn ise gökyüzünde nispeten hızlı hareket eden parlak yıldızlar gibi görünür.


Galaksimizde her yıl yaklaşık 2 ila 5 yeni yıldız doğar.  Ek bilgi olarak, galaksimizdeki toplam yıldız sayısının 200 milyar civarında olduğunu da söyleyelim .


Bir astrofizikçi "randevu" kelimesini romantik bir randevu olarak algılamaz. Onun için randevu denildiğinde, uzayda iki füze arasında hedeflenmiş bir karşılaşma olduğu, aklına gelir.


Nötron'u keşfeden Chadwick, protonu keşfeden Rutherford'un öğrencisiydi.  O da elektronu keşfeden Thomson'ın öğrencisiydi.


Gökbilimciler tarafından Esa uydusu "Goce" şık şekli nedeniyle, astrofizikçiler arasında "Uzayın Ferrari'si" olarak da adlandırılır.


Lawrence Bragg, 25 yaşında Nobel Ödülü alan en genç kişiydi.  Babasıyla birlikte, X ışınlarını, kristalin katılar üzerindeki kırınımını tanımlamak için kullanılabilen "Bragg denklemin" geliştirmişti.


KIT (Karlsruhe Institute of Technology)’de atmosferden CO2 çeken ve bunu yakıtları sentezlemek için kullanan test amaçlı bir tesise sahiptir. Bu tesis geleceğin en önemli teknolojilerinden biridir.


Voyager 2, Pioneer 10 ve Voyager 1 gibi, bir yıl önce güneş sistemimizi  (heliosferimizi) terk eden üçüncü insan yapımı nesne oldu .  Üç sondanın her birinde de, uzaylılar için yazılmış mesajlar içeren bir veri plakası bulunuyor.


Fotosentez sırasında birçok bitki, bizim için görünmeyen ışık biçimlerinde fazla enerji yayar.  Bu nedenle, dünyanın bitki büyümesi özel kameralarla uzaydan gözlemlenebiliyor.



Güneş ışığının, çekirdekten güneşin yüzeyine kadar ulaşması 170.000 yıl sürer. Güneşin yüzeyinden dünyaya gelmesi için ise, ışığın sadece 8 dakikaya ihtiyacı vardır. Güneşin çekirdeğinden yüzeyine kadarki yolculuğunun çok uzun sürmesinin sebebi : Çekirdekte trilyonlarca atomun oluşmasından sonra devamlı çarpıştıklarından yolları saptırılır ve bundan dolayı güneş yüzeyine giden yolculukları çok daha uzun sürer.    



BMW son zamanlarda ışığın % 99'unu "yutan" ve bu nedenle koyu siyah görünen bir boya kullanarak gösteri arabası üretti. "Bu çok yoğun siyah boya " aslında uzay yolculuğu için geliştirildi. Çok yoğun siyah boyayla kaplı teleskopların mercekleri ışığı dağıtmaz, bu da uzak galaksiler gibi soluk nesneleri gözlemlemeyi zorlaştıran yansımaları önler.


Gökbilimci Wilhelm Herschel, 13 Mart 1781'de Uranüs gezegenini keşfetti. Antarktika ancak 39 yıl sonra, 1820'de keşfedildi.


Dünyanın en büyük radyo teleskopu olan Çin'deki "FAST", diğer şeylerin yanı sıra dünya dışı yaşamı aramak içinde kullanılıyor.  Ana aynanın çapı 500 m'dir.  Teleskobun elektromanyetik radyasyonla çalışmasını aksatmamak için 9.000 kişinin olduğu teleskoba yakın yerleşim yeri tamamen boşaltıldı.


Elon Musk ve bazı Gökbilimciler yoğun tartışma içinde. SpaceX patronu, İnternet'e küresel erişim sağlamak için uzaya yaklaşık 30.000 mini uydu fırlatmak istiyor.  Gökbilimcilere göre, mini uydular gökyüzünde parlak görünürler ve uzayı keşfetmek için Dünya'daki sayısız teleskopun görüşünü kısıtlayabilirler. Açıkçası, bu uyduların fırlatılması bir felaket olacak çünkü gökyüzü bir daha asla aynı olmayacak, diyorlar.



Güneş sistemimizde kütleçekimsel etkilerden dolayı 9. gezegen olması gerektiği kesindir.  İki astrofizikçi şimdi tamamen yeni bir olasılık öneriyor : Ya Gezegen Dokuz bir gezegen değil de küçük bir karadelik ise olasılığı tartışılıyor.


Mars "paslı bir gezegen" dir ve kırmızı rengini yüzeyindeki ve atmosferindeki ,halk arasında "pas" olarak adlandırılan demir oksitlere borçludur.


Güneş küçük bir altın miktarı mevcuttur. Güneş çok büyük olduğu için, bu küçük miktardaki altın bile 1,2 trilyon kilogramlık inanılmaz bir kütleye sahiptir.


Güneş sistemimizdeki en büyük ay olan Ganymede, güneş sistemindeki en küçük gezegen olan Merkür'den daha büyüktür



Bir gezegenin kütlesi ile atmosferinin kimyası arasında bir ilişki vardır.  Bir gezegen çok büyükse (Jüpiter, Satürn) hidrojen veya helyum gibi hafif gazları tutabilir.  Bununla birlikte, bir gezegen daha küçükse (Dünya, Venüs gibi) o zaman hidrojen ve helyum atmosferden kaçar. 


Openstax.org ücretsiz indirebilmeniz  için çok sayıda uzmanlık kitabı sunmaktadır.  Astronomi, kimya, fizik, biyoloji ve matematik edebiyatı buna dahil.  Ders kitapları uzmanlar tarafından yazılmıştır ve Bill Gates’e ait olan (kar amacı gütmeyen bir kuruluş) tarafından finanse ediliyor.



Güneş şimdi yok olsaydı, yeryüzünde 8 dakika sonra hava kararırdı, bir hafta sonra okyanus yüzeyleri donardı ve on yıl sonra oksijen kar olurdu.


Satürn halkaları en ince noktalarında sadece 10 metre kalınlığındadır.  Toz, buz ve kayalardan oluşurlar.


Galaksimizde 463 milyar kilometre uzunluğunda bir alkol bulutu (metanol) vardır.  Bu keşiften önce, yıldızlararası uzayda kompleks moleküllerin oluşmadığına inanılıyordu.  Şu anda yaklaşık 180 organik molekül keşfedildi.


Araştırmacılar ilk kez, yaşamın yaratılması için en önemli iki koşulu yerine getiren bir dış gezegen bulmayı başardılar: K2-18b gezegeni, ana yıldızının yaşanabilir bölgesinde bulunuyor ve Hubble uzay teleskopu atmosferindeki suyu tespit edebildi. 


Merkür, Güneş'e en yakın gezegen olmasına rağmen, Venüs daha sıcaktır.  Bunun nedeni ; Venüs'ün yoğun atmosferinde güçlü bir sera etkisi yaratan gazlardır.  Öte yandan Merkür, neredeyse hiç enerji depolayamaz çünkü çok ince bir atmosfere sahiptir.


Bremen araştırmacıları, Mars ve Ay'a yapılacak gelecekteki görevlerde de uygulanabilecek bir uzay serası konsepti geliştirdiler.  Antarktika'da 13 metrekarelik tesis kurarak, test ettiler ve 9 ayda 270 kg sebze toplayabildiler.  Bitkiler toprak, gün ışığı ve böcek ilacı olmadan kapalı bir döngü içinde büyüdü. Bunun içinde kökler havada asılı bir şekilde bitkiler yetiştiridi ve büyümesi için gerekli olan su ve ek besin bitkiye püskürtüldü.


Jüpiter, dünyanın koruyucu abisi. Çünkü; Jüpiter, yüksek kütlesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan kuvvetli yerçekimi ile dünyamıza doğru hızla gelen kuyruklu yıldızların yönünü saptırarak bizi (dünyayı) kuyruklu yıldız çarpmalarından korur.  Jüpiter olmasaydı kuyruklu yıldızlar Dünya'ya çok daha sık çarpacaktı.  Hatta, 7 Ağustos'ta, bir kuyruklu yıldızın Jüpiter'in yüzeyine çarptığı ve parlak bir ışık parlaması oluşturduğu gözlemlendi.


Polonyalı gökbilimciler galaksimiz Samanyolu'nun üç boyutlu bir haritasını çıkardılar ve galaksimizin düz bir disk olmadığını, ancak uçlarının bir tarafta yukarı, diğer tarafta aşağı doğru bükülmüş olduğunu keşfettiler.  125.000 ışıkyılı çapındaki galaksimiz hafif S şekline sahiptir.  Kenara doğru ise kalınlaşıyor.




Yerçekiminin neredeyse hiç etkisinin olmadığı uluslararası uzay istasyonu ISS'de bir mum alevi küreseldir.



Dünya atmosferinde parlayan bir göktaşı kimyasal bileşimi, havai fişeklerde olduğu gibi renkten kolayca tanınamaz. Bunun sebebi; Renkten yalnızca meteorun içeriği değil, aynı zamanda meteorun etrafındaki bir plazma alanında parlamaktan heyecan duyan havadaki bileşikler de sorumludur. 


James Webb Teleskobu, Hubble Uzay Teleskobu'nun "halefi" olarak kabul ediliyor ve 2021'den sonra uzaya taşınması ve etkinleştirilmesi bekleniyor. Hubble teleskopu esas olarak elektromanyetik spektrumun görünür ve ultraviyole aralığında çalışırken, Webb teleskopu neredeyse yalnızca kızılötesi aralıkta kayıt yapacak ve daha hassas sensörleri sayesinde Big Bang'den sonra Hubble'ın yapabildiğinden daha fazlasını, örneğin ilk yıldızlardan daha fazla ışık kaydedilmesini başarabilecek.  Çok uzaktaki nesnelerin ışığı kızılötesi aralıktadır. Ayrıca evrenin uzak yerlerinde, kızılötesi radyasyonun emilmesiyle içinde barındırdığı sis de görülebilir çünkü bunlar kızılötesi ışığı absorbe etmezler. 


Mark Twain, 1835'te Halley kuyruklu yıldızı Dünya'nın yanından geçtiğinde doğdu.  Twain, 75 yılda bir geri dönen ünlü kuyruklu yıldızın dönüşüyle ​​dünyayı terk etmek istediğini söylerdi. Aslında, dediği gibi de oldu. Mark Twain, kuyruklu yıldızın gökyüzünde tekrar çıplak gözle görülebildiği 1910'da öldü.


Amerikalı astronot John Glenn 3 olağanüstü rekora sahip. Süpersonik hızda ilk kıtalararası uçuşu yaptı, yörüngedeki ilk Amerikalıydı ve 77 yaşında uzaydaki en yaşlı kişi olarak tarihe geçti.


Dünya, 8,9 mm'lik bir yarıçapa küçültülürse,    o zaman bir kara delik olur.


Güneşin çekirdeğinde, nükleer füzyon ile 600 milyon ton hidrojen her saniye 596 milyon ton helyuma dönüştürülüyor.  Bu, siz bu bilgiyi okurken bile , güneşin yaklaşık 36 milyon ton kütle kaybettiği anlamına gelir. 


Stephen Hawking aynı zamanda bir çocuk kitabı yazarıydı.  Kızıyla birlikte, güneş sistemi ve evren fenomenlerini de ele alan üç çocuk kitabı çıkardı.


Güneş sistemindeki gök cisimlerinin sırasını ezberlediyseniz bilmelisiniz ki, Plüton ve Neptün her 248 yılda bir yer değiştirir. Çünkü ; Plüton'un yörüngesi o kadar eliptiktir ki bazen Plüton bazen de Neptün güneşe daha yakın olur.  Örneğin, 1979'dan 1999'a kadar Plüton, Güneş'e Neptün'den daha yakındı.


Jüpiter'in uydusu "Europa" daki su okyanusları, Dünya'dakilere beklenenden daha çok benziyor. California Teknoloji Enstitüsü'ndeki araştırmacılar, gezegenin sofra tuzu, sodyum klorür içerdiğini keşfettiler. Sofra tuzu, Jupiter’in uydusunda yaşam olma olasılığını artırıyor.


Yazılım hataları, 1990'larda uzay yolculuğundaki roket çarpışmalarının bir numaralı nedeniydi.  Ariane 5, hızlanma için ölçülen değer 32 bitlik bir tamsayı olarak değil, 16 bitlik bir tamsayı olarak kaydedildiği için 370 milyon ABD doları  çöpe gitmişti.


Venüs kendi ekseni etrafında sadece 6,5 km / sa hızla dönüyor.  Böylece Venüs'ün dönüşüne doğru yürüyebilir ve gün batımının gözlemlenebileceği konumunda kalıcı olarak kalabilirsiniz.


Çeviri :İnanç Kaya 

Kaynak : Doktorwissenschaft 

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...