30 Nisan 2020 Perşembe

BİZDE OLMAYAN FAKAT ÖTEKİ CANLILARIN SAHİP OLDUĞU OLAĞANÜSTÜ 10 DUYU


Bizim beş duyu organımızla algıladıklarımızın dışında, çok ilginç ve olağanüstü duyu organlarına sahip canlıların olduğunu bilmek çok şaşırtıcı. Halbuki bizler, uzun süre insanoğlunun en mükemmel yaratıklar olduğunu sanıyorduk. İşte bu yargınızı değiştirecek bir yolculuğa çıkacağız şimdi. Çiçeklerin ilk bakışta gördüğümüzden daha renkli, tuhaf şekli olan burunların genellikle çok yararlı olduğu, bitkilerinde duygulara sahip olduğunu kısacası duyusal algı dünyasında hiçbir şeyin tuhaflık olarak karşılanmadığı bir alana gireceğiz. Hazırsanız, başlayalım….



1) Bal arıları ve yaban arılarının gözleri bizim gördüklerimizden farklı olarak ultraviyole ışınlarını da algılar. Kafasının iki yanında petek gözlerinin yanı sıra başının üstünde de üç tane nokta gözleri vardır. Bu gözlerle, uzaktaki bir cismi 60 kere büyütülmüş şekilde görürler. Ultraviyole ışınlarını algılayabilmeleri demek, daha yüksek frekanslardaki ışığı algılayabiliyorlar, demektir. Sadece bu özellik bile arılara biyolojide yepyeni bir dünya açar. Çünkü birçok bitki, sadece bu dalga boyu aralığında görülen desenler ve renk varyasyonları gösterir. Bu da çiçek tozlayıcı arılar için ek bir bilgi demektir. Çoğu çiçek, ultraviyole aktif renk şeridi ile böcekleri nektarlarının olduğu yerlere doğru yönlendirir.


2) Polarize ışık gözlerine sahip olanlar. Biyolojik olarak tıpkı ultraviyole ışın algısına benzer bir işleve sahiptir, ancak fizyolojik olarak bu ek bilgileri algılamak biraz daha karmaşıktır. Ilk defa duyanlar için polarize, görüntüde yansıma ve parlamayı kesen bir filitredir. Örneğin yağmurdan sonra tekrar çıkan güneşin suda veya zeminde parlamasının, ayna görevi görüp gözü yanıltmasının önüne geçer. Böcek gözleri işte polarize ışık için mükemmeldir. Canlı gözlerinde ışığa duyarlı molekülün adı rodopsindir. Rodopsin, retinada da bulunan morumsu-kırmızı ışığa duyarlı bir pigmenttir. Böceklerde rodopsin molekülüne gelen ışıklar bizde olduğu gibi rastgele karışmaz. Böceklerde her duyusal hücre belirli bir polarizasyon yönünü algılamayı tercih eder. Peki bu hücreler hangi polarizasyon yönünü algılamayı nasıl tercih ediyorlar diyecekseniz, olay çok basit. Yerin manyetik alanına tam olarak dik polarize edilmiş ışığı en iyi emiyorlar. Kısacası oldukça gelişmiş görme yetenekleri ile arılar, ufuk çizgisini görebiliyor, bunu baz alarak yollarını buluyorlar. İşte bu yetenekleri sayesinde de karıncalar ve arılar, hızla ve kolayca eve dönüş yollarını bulabiliyorlar. Ahtapotların ve bazı örümcek türlerinin de polarize ışığı emen özel gözlere sahip olduğunu da ek bir bilgi olarak söyleyebiliriz.


3) Dokunma Hissine Sahip Bitkiler, Venüs sinek kapanı bitkisi bir diğer adı da sinekkapan bitkisi buna iyi bir örnektir. Bu bitki yapraklarının iki ucunda yer alan üçgen şeklindeki üçer tüyün, fiziksel uyarımları elektriksel uyarılara  dönüştürebilme özelliği olduğudur. Avını yaprak üzerindeki hareketi ile bitkinin elektrik mekanizmasını kullanarak yakalar. Böcekler ile beslenmesinin sebebi minerallerden yoksun bir toprakta yaşadığı için bitki köküyle alamadığı besini evrimleşerek kapan ile avlama sayesinde almaktadır. Dokunma hissini o kadar geliştirmiştir ki, her dokunuşa tepki vermez. Avının uygunluğu, büyüklüğü, hassas antenlerine dokunuş sayısı ve zamanına kendi karar verir. Bu dokunma hissinin nasıl çalıştığı henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Bununla birlikte bitkinin azot eksikliğini gidermek için bu şekilde azotlu besinleri kullandığı sanılmaktadır. Bitkinin istediği kriterlerdeki avı geldiğinde saniyede on metre hızla ilerleyen kapaklarını kapatır.


4) Ortamdaki en ufak karbondioksit değişimini hissetme: Yayın balığı için avının kendini ne kadar iyi kamufle ettiğinin hiçbir önemi yok. Onu bulması için avının sadece nefes alması yetiyor. Çünkü her hayvan küçük karbondioksit ve proton izleri bırakır. Platosus cinsi mercan yayın balığı işte avını gözüne kestirdiğinde sudaki karbondioksit konsantrasyonundaki en küçük değişikliği bile hissedecek duyular geliştirmiştir. Balıklar gece avcılarıdır ve çoğunlukla deniz tabanındaki solucanları yerler. Dolayısıyla görme duyuları onlara çok az bilgi verir ve onlarda solucanların ufacık miktarda bile olsa yaydığı solunum gazlarının farkına varırlar. Yayın balıkları hassa duyularını takip ettiğinde avının bunun için hiçbir kaçış şansı olmaz.


5) Yankı`yı hissetme ve üç boyutlu görüntüsünü oluşturma yeteneği : Tahmin ettiğiniz gibi yarasalardan bahsedeceğiz..Yönlerini bulmak için yüksek titreşimli ses dalgaları gönderirler. Tüm yarasa ve meyve yarasa türlerinin yarısı avını ve uyku yerlerine giden yollarını bu şekilde bulurlar. Geri gelen ses dalgalarından nesnenin ya da canlının gerçekte olduğu gibi görüntüsünü oluştururlar. Kulakları, sesi mümkün olacak en iyi şekilde yakalamak için özel olarak şekillendirilmiş, gibidir. İşitme sistemleri o kadar hassastır ki yarasalar bir kilohertzin on binde biri kadar olan frekans farklarını bile algılar. Kilohertz, bir saniyede bin titreşimi olan elektromanyetik dalga boyu ölçüsü birimidir. Çoğu insanın inançlarının aksine, tüm yarasa çağrılarını duyacak hassasiyette kulaklarımız yoktur .


6) Koku duyuları ile hiç görmedikleri, atalarının yaşadığı yeri bulma : Bahsettiğimiz hayvan Somon balığı. Somon balığının hayatı sıra dışı hayatlara verilecek en güzel örneklerdendir. Tatlı sularda doğarlar. Irmaklarda tatlı sularda başlayan yaşantıları yetişkin olana kadar bir yıl bu sularda devam eder. Yetişkin olduktan sonra denize göç etmek için yolculuğa başlarlar. Bu yolculukta şelalelere tırmanıyorlar. Akıntılara karşı ters yüzme bile onları durduramıyor. Göç esnasında tatlı sularda doğmuş olsalar bile, vücutları sıra dışı dönüşümlerle fizyolojileri tuzlu suda yaşayacak şekilde değişiyor. Binlerce kilometre süren bu yolculukları sonucunda ebeveynlerinin yetişkin olarak yaşadıkları sulara kavuşmuş oluyorlar . Somon balıkları o kadar sıra dışıdır ki, kendi doğdukları nehire hatta nehrin hangi kolunda doğdular ise oraya geri dönerek yumurtalarını bırakarak yaşamlarına son veriyorlar. 1954`te araştırmacılar, balıkların binlerce nehir ve akarsular arasında kendi doğdukları nehri hissetmek için koku duyularını kullandıklarını saptadılar. Somon balığını bu kadar etkileyici hassasiyette koku duyularına sahip olmasını sağlayan moleküller nelerdir? Çoğu kanıt amino asitleri gösteriyor. Amino asitlere diğer hayvanlarda güvenir. Örneğin alabalık derisindeki amino asit algısı sayesinde en ufak bir ortam değişikliğini algılar. Aynı zamanda insan derisinde de büyük miktarda bulunur. Balıkçı avlandığı sularda elini yıkadığında, insandaki amino asit kokusunu alan balıklar diğer balıkları uyarır.


7) Kök uçlarını kullanarak akrabalarını tanıma : Bitkilerin en hassas duyu organları muhtemelen kök uçlarıdır..Bitkiler kök uçları sayesinde sadece yabancı türleri ayırt etmez aynı zamanda da yakın akrabalarını tanırlar. Akrabalarına, yabancı bitkilere davrandıkları agresif rekabet davranışlarını sergilemezler. Hatta kendi köklerini genetik olarak birebir aynı olan öteki bitkiden ayırt edebilir. Peki bunu nasıl yapıyor? Yapılan araştırmalara göre, bu yetenek büyük olasılıkla kökler tarafından salınan bazı maddelerin saptama yapması sonucu olduğu düşünülüyor. Örneğin çilek ve bezelye kökleri toprak altında yabancı kökler ile karşılaştığında büyümeye ve onların alanlarını işgal etmeye devam ediyor. Fakat kendileriyle genetiği aynı olan akrabalarıyla karşılaştıklarında hemen köklerinin büyümesini durduruyor, alan işgali yapmıyor. Daha da ilginç olan ise bitkinin kendisini nasıl tanıdığıdır. Deneyler,bu tanımada çözünür bir maddenin de rol oynadığını, ancak temel olarak farklı bir mekanizmaya göre bu sistemin çalıştığını göstermektedir. Bazı bitkiler döngüsel olarak farklı miktarlarda madde salabilir. İşte bu miktar ve madde bitkinin kendi spesifik ritmini tanımasına yardımcı olmuş olabilir. .


8) Yan ya da kenar organına sahip olmak : Balıklar ve amfibiler su hareketlerini algılarlar. Bu uzaktan bir tür dokunsal bir duyudur. Sudaki hayvanlar için özellikle de su bulanık veya ışığın geçmesine izin vermeyecek derinlikte ise balık sürüsü yanal çizgi organları ile hareketlerini koordine ederler. Eğer bir balık yön değiştirirse komşu balık suyun basıncındaki değişikliği fark eder ve kendini ona göre hizalar.


9) Dünyanın manyetik alanını algılayabilme : Kuşların ve kaplumbağaların dikkat çekici yön bulma yetenekleri, dünyanın manyetik alanını algılaya bilmelerine dayanır. Birçok canlı aynı şekilde manyetik alanları algılıyor olduğu halde birçok durumda bunu nasıl yaptıklarını hala bilmiyoruz. Manyetik alanı algılayabilme becerisi her canlıda farklı bir yöntemledir, insanlar ise pusula yardımı ile yönlerini bulur. Manyetik duyu neredeyse hiç araşırılmamıştır. Ancak kuşların gözlerinde bulunan gelişmiş bir sistem sayesinde ışığa bağlı olarak manyetik alanı algılayabiliyor. Deniz kaplumbağaların da da benzer şekilde manyetik alan algılama hissi olduğu biliniyor. Ayrıca inekler, tavuklar, tilkiler ve böceklerde de bu yeteneğin olduğu dile getiriliyor. Yinede çoğu hayvanın hangi yöntemi kullandığı hakkında fazla bir bilgi henüz yok.


10) Yıldız burunlu köstebeklerinin çok özel dokunma hisleri: Muhtemelen dünyadaki en garip duyu organı, yıldız burunlu köstebeklerin burunlarıdır. Silindir gövdesi üzerinde kısa sivri bir kafa ve kafanın üzerinde 22 adet parmak şeklinde cilt uzantısı bulunur. Bunlar, potansiyel av hayvanlarının izlenebildiği ve bir saniyenin kesirleri içinde atak yapabilen dokunsal organlar olarak işlev görür. Hareketler o kadar hızlıdır ki insan gözü o anı takip edemez. Özel kameralarla yapılan son ölçümler bir yıldız burunlu köstebeğin saniyede onüç potansiyel ava dokunabileceğini ve inceleyebileceğini gösterdi. Oldukça hassas uzantılar, avlarının kas hareketi sırasında ortaya çıkan elektriksel impulsları algıya bildikleri elektro reseptörler olarak işlev gördüğü anlaşıldı.


Çeviri : İ.Kaya
Kaynak : https://www.spektrum.de/wissen/10-aussergewoehnliche-sinne/1289498

KELLİK İLE VÜCUT YAPISI ARASINDA BAĞ BULUNDU

Genetik çalışmaya göre, saç dökülmesi ve kellik, daha çok ufak cüsseli erkekleri etkiliyor,

Araştırma, Almanya Bonn Üniversitesine ait. Kellik ve saç dökülmesi özellikle erkeklerin korkulu rüyasıdır. Yaş ilerledikçe saç tellerinde incelme ve dökülme başlar. Bilim insanları, neden saçların döküldüğünü kesin olarak bilmiyor fakat çalışmalara göre şimdiye kadar en önemli sebep diye gösterilen erkek cinsiyet hormonu testosteronun bundan sorumlu olmadığını tespit ettiler. Bunun yanı sıra, saç dökülmesinin en önemli sebepleri arasında tiroid, bağırsak sorunları ve genetik yatkınlık olduğu ifade ettiler..

Bonn Üniversitesi araştırmacıları kelliğin sebebi ve çözümü için toplamda 20 bin denek ile çalıştı. İncelenen 20 bin denekten erken saç dökülmesi olan erkeklerin diğerlerine göre prostat kanseri ve kalp hastalığına yakalanma olasılıklarının daha yüksek olduğunu tespit ettiler. Ayrıca ilk defa hangi genlerin saç dökülmesinden sorumlu olduğu ve hangi fiziksel özelliklere sahip olanların kellik sorunundan daha sık muzdarip olduğu araştırıldı.

Nature Communications dergisinde yayınlanan araştırmada 20 bin kişi kellik risk faktörleri açısından incelendi. Çalışma ekibi başkanı Stefanie Heilmann-Hambach ve ekibi, deneklerini toplamda 7 ülkeden seçtiler. Bu konuda bugüne kadar yapılan en büyük genetik araştırmaya katılan 20 bin denekten yarısının saçları tam ve dökülme sorunu yaşamayanlar, ikinci yarısı ise saç dökülmesinden muzdarip olanlardı.

Heilmann-Heimbach ve ekibindeki bilim insanları, genleri analiz ettiklerinde, insan genomunda erken saç dökülmesi riskini artıran toplamda 63 gen değişikliğini tespit ettiler. Saçın dökülüp dökülmemesin de önemli faktörleri olan gen değişikliklerinde bazıları şöyle,.

1)Saç foliküllerinin hücre yapısı ve özellikleri

Sac folikülleri diğer adı saç kökleridir. Saçın içinde büyüdüğü yapıdır. Bu yapı yağ üreterek deriyi ve saçı yağlandırır.

Başka bir önemli gen değişikliği ise kafa derisindeki bağışıklık ve yağ hücrelerinin özellikleridir.

Bu faktörler saçınız ile ilgili memnuniyet yaşayıp yaşamayacağınızı belirler.

Buna ek olarak, çalışma sonuçları saç dökülmesinde sadece gen varyantlarının sorumlu olmadığını gösteriyor. Saç dökülmesi aynı zamanda kişinin fiziksel özellikleri ve hastalıklarla da bağlantılıdır.. İşte bu sonuçlar, araştırmanın en ilgi çeken kısmını oluşturuyor.

Kelliğe sebep olan gen varyantlarından olumsuz etkilenen fiziksel özellikler arasında en dikkat çekici olanlar, ergenliğe erken girenler ve vücut boyu ortalamasının altında olan kişilerdir. Ayrıca, açık tene sahip olma ve kemik yoğunluğu fazlalığı da saç dökülmesini etkiliyor.

Çalışma, erken saç dökülmesinin, diğer hastalıkların hangi süreçlerinden birebir sorumlu olduğunu göstermez. Bunun cevabını bulmak için daha kapsamlı başka bir araştırma yapmak gerekir.


Çeviri : İ.Kaya
Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/medizin/haarausfall-und-glatzen-treffen-laut-genstudie-bevorzugt-kleine-maenner-13373397

Dünyadaki En Nadir Kan Grubu, Altın Kan

Dünyadaki En Nadir Kan Grubu: Altın Kan

Dünyadaki en nadir kan grubu sadece 43 kişide tespit edilmiştir. Bu kan grubu çok nadir olduğu ve aynı zamanda mükemmel donör kanı sayıldığı için halk dilinde “altın kan” olarak adlandırılır. Bugün dünyadaki yaklaşık 7.8 milyar insandan sadece 43’ünün altın kana sahip olduğu sanılmaktadır.


Almanya’da, AB0 olarak adlandırılan sistem esas olarak kanı sınıflandırmak için kullanılır. İnsanlarda en önemli kan sistemi, kan hücrelerinde benzer 50 yüzey protein grubunu hassas bir şekilde analiz etmek için kullanılabilen Rhesus sistemidir. “Rh” kısaltması, kan grubunun yanına yazılır. AB0 kan sistemine benzer şekilde, Rhesus sistemi de pozitif veya negatif (Rhesus pozitif, Rh+ veya Rhesus negatif, Rh-) gibi terimlere sahiptir. Aranan protein karşılık gelen kan hücrelerinde varsa, Rhesus faktörünün pozitif olduğu söylenir; bu eksikse Rhesus faktörü negatiftir. Kan, Rhesus sistemindeki 50 yüzey proteininin hepsinden yoksunsa, resmi olarak Rh sıfır grubundandır ve dünyadaki en nadir kan grubu diye adlandırılır. AB kan grubu, AB0 dağılımında en nadir görülen gruptur. Tüm dünyada %1 kadar bulunur.



Rhesus faktörü burada sıklıkla verilir, ancak bu 50 proteinin tümünü değil, sadece D antijenini ifade eder. Dünya nüfusunun yaklaşık %15’inde bir D antijeni olmadığından, AB kan grubu en nadir kan türüdür. Bununla birlikte, altın kan ile karşılaştırıldığında, diğer 49 yüzey proteininin tümü pozitif bile olabilir. Altın kanda ise bu 50 yüzey proteinin hiçbir karşılığı yoktur. Bu da çok özel bir durumdur.

Kan Grubu Dağılımı:

AB negatif  %,1
B negatif %2
AB pozitif %4
0 negatif %6
A negatif %6
B pozitif %9
0 pozitif %35
A pozitif %37
0 Rh-null %0,0000006
Karşılaştırma için: 0 Rh-null, 180 milyon kişide sadece bir kez görülür. Bu, dünya nüfusunun sadece yüzde 0.0000006’sını oluşturur. Piyangodan ikramiye kazanmaktan çok daha az bir olasılık içerir. Çünkü piyangoda ikramiyeyi kazanma şansı 140 milyonda 1’dir…

0 Rh-null kanı olan insanlar mükemmel bağışçılardır. Altın kan antijen içermediğinden, bu kan grubuna sahip insanlar tıpta mükemmel kan donörleri olarak kabul edilir. Altın kanın aslında kan naklinde kullanılması mükemmel sonuçlar verdiği hâlde, çok çok nadir olduğu için mümkün değildir

Çeviri: İ.Kaya
Kaynak:forschung-und -wissen.de

28 Nisan 2020 Salı

Gözümüzün Önünde Evrim Geçiren Kertenkeleler,

Düşünün, hızla dönen rüzgarların oluşturduğu güçlü fırtınaların ortasında bir ülkede yaşayan küçük bir kertenkelenin çaresizliğini. Tutundugu yerden koparılıp fırtınayla birlikte sürüklenip, o hızla bir yere çarparak ölecek. İşte bu trajedi Karayipler'de yaşayan kertenkelelerin sıklıkla karşılaştığı bir durum.









Bu soruna karşı Karayip kertenkelelerinin kalıcı bir evrim geliştirdiğini ve bunun gelecek kuşaklarına gen aktarımını etkileyecek kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz. Araştırmanın sahibi Saint Louis`deki Washington Üniversitesi`nden Colin Donihue ve ekibi. Peki bu kertenkeleler bu sorunlarına çözüm için nasıl bir taktik geliştirdiler? sorusunun cevabı ise kertenkelelerin ayaklarındadır. Tutundukları yüzeyde rüzgara karşı daha dayanıklı bir tutunma sağlamak için ayak parmaklarında daha büyük yapışkan alanlara sahip olmayı başardılar. Özellikle kasırgaların çok sık olduğu adalardaki kertenkeleler üzerinde araştırma yapan ekip Karayipler ve Bahama adalarında 188 farklı anolis türü kertenkeleyi incelediler.

Anolis tipi kertenkeleler, Amerika'ya özgü iguana kertenkeleleri ailesinden bir cinstir. Dünyanın en zengin tür çeşitliliğine sahip anolisler, toplamda 425`ten fazla tür ile amniyot tertapod cinsini temsil ederler. Karayipler ve Bahama adalarındaki bu canlıları yine aynı türdeki başka adalarda ki kertenkeleler ile karşılaştırdılar.

Ortaya çıkan sonuç ise, kasırgaların sıkça yaşandığı adalar özellikle Karayipler`deki kertenkeleler üzerinde kalıcı bir evrim etkisi olduğudur. Burada yaşayan Anolis cinsi kertenkelelerin ayak parmaklarında fırtınaya karşı yüzeye tutunma kuvvetini artıran yapışkan yüzeylerin cok daha fazla olduğu gözlemlendi. Dolayısıyla araştırmacılar, kertenkelelerde ayak yapısı ile kasırga sıklığı arasında bir ilişki olduğunu fark etti.

Çünkü Anolis cinsi kertenkeleler durduk yere ihtiyaç olmadan böyle bir evrim geçiremezdi. Ortam şartlarına uygunluk yaşam şansını artıracak en büyük etkenlerden biridir. Dolayısıyla bu kertenkeleler fırtınada hayatta kalma şansını artırmak için daha çok yüzeye tutunma ihtiyacı duyarlar. Bunun içinde daha büyük parmak pedleri geliştirerek, kavrama yeteneklerini güçlendirdiler.

Özellikle 2017 yılındaki Maria ve Irma kasırgalarından sonra, uzmanlar kasırgadan etkilenen adalardaki kertenkeleleri incelediler. Hayatta kalan kertenkelelerin ölenlere nazaran daha büyük ayaklı kertenkeleler olduğunu fark ettiler. Yapılan incelemelerde ise hayatta kalan kertenkelelerin ayak parmaklarındaki değişikliği gördüler ve gözümüzün önünde olan değişim ve evrim bilim insanları ve takipçileri arasında heyecan uyandırdı.

Özgün Çeviri : İ.Kaya


Kaynak : https://www.spektrum.de/news/wirbelstuerme-formen-echsenfuesse/1727170?fbclid=IwAR0R37h1eZ2DySHrcyHmzhjx9yi-VzIXbwJ6uYeNgTxJG-_J_6LNOiy2iwQ












27 Nisan 2020 Pazartesi

Bir Gıda Devrimi Bu Yıl Gerçekleşiyor,

Laboratuvarlarda üretilen etler yakında süpermarketlerde satışa sunulacak….


Birkaç yıl öncesine kadar, yapay bir şekilde laboratuvarlarda üretilen ete erişim inanılmaz pahalıydı.. Ancak son yıllarda, hiçbir hayvanın ölmesini gerektirmeyen, laboratuvar üretimi etin maliyeti hızla düştü ve süpermarket raflarında yerini alması çok yakın bir tarihte gerçekleşecek.

Giderek daha fazla insan daha bilinçli bir şekilde gıdalara yaklaşıyor. Etten ve hatta hayvansal ürünlerden kaçınanların sayısı gittikçe artıyor. Şirketler de tüketici davranışındaki bu değişikliğe göre strateji belirliyor. Örneğin, vejetaryen ve vegan gıdaların oranı son yıllarda hızla arttı ve ürün yelpazesindeki çeşitlilik yıldan yıla artmaya devam ediyor. Bir sonraki devrim hemen yanı başımızda. Bu inanılmaz bir devrim çünkü, artık hiçbir hayvanın ölmesi gerekmeden “gerçek et” yiyebilmeyi mümkün kılıyor .




2013 yılında, Hollandalı Mark Post , canlı bir hayvan olmadan elde edilen laboratuvar etinin kıymasından yapılan ilk hamburgerleri kamuoyuna sunmuştu . Fiyatı inanılmaz pahalıydı çünkü o zamanlar laboratuvar eti ile ilgili araştırmalar bu noktada değildi. Hala emekleme döneminde olduğundan o ilk, hamburgerin fiyatına maliyet göz önüne alınarak yaklaşık 250.000 avro değer biçilmişti.

Yinede bu gelişmeden büyük heyecan duyan, Google'ın kurucusu Sergey Brin, Bill Gates, Peter Thiel veya Richard Branson gibi birçok büyük şirket ve parası olan bireysel yatırımcılar, laboratuvar etinin potansiyelini gördü ve bu alandaki araştırmaları açık çek sunarak desteklediler.

Mali destek sayesinde, laboratuvar eti araştırma şirketleri son yıllarda üretim süreçlerini önemli ölçüde iyileştirebildi. Örneğin sığır etine ek olarak, laboratuvarda tavuk eti de üretmeyi başardılar.

Üretimin çeşitliliğinin yanı sıra, laboratuvar eti maliyetleri de büyük oranda düştü. Örneğin, şu an bir tavuk burger üretimi fiyatı artık sadece 100 dolar civarında. Süpermarket veya fast food zincirleri için fiyatı hala çok yüksek olmasına rağmen, gelişme doğru yönde ve hızla ilerliyor. ABD`nin girişimci şirketlerinden Just, sadece üç yıl içinde laboratuvar etinin üretim fiyatının muazzam düştüğünü ve birkaç yıla kadar ahırda et üretiminin çok daha pahalı bir seçenek haline geleceğini dile getirdi.

Restoranlarda müşterilere ilk laboratuvar et sunumunun 2020 yılının sonlarına doğru olacağını ve lezzetinin yanı sıra fiyatı ile de tercih edileceği vurgulanıyor. Bu devrimin getirdiği pozitif değerler ise şöyle :

Laboratuvarda üretilen et sayesinde artık, et tüketimimiz için hayvanları beslemek ve öldürmek zorunda değiliz

Eti için yetiştirilen büyükbaş hayvanların doğaya saldığı metan gazları ve onları beslemek için harcanan gıda, temiz su miktarları göz önüne alındığında laboratuvar eti iklim için çok daha dost bir çözümdür.

Ahırlarda, büyük kümeslerde yetiştirilen hayvanlara daha çok ve daha çabuk büyümesi için verilen ilaçlar, antibiyotikler yediğimiz et ile birlikte bizimde vücudumuza geçiyor. Aynı şekilde hastalıklı hayvanın hastalığını da etini tüketerek vücudumuza alma riskimizde büyüktür. Fakat yapay ette bu risk yok. Laboratuvar etleri hastalık ve ilaç içermiyor.

Laboratuvar eti üretiminde tek zorluk üretim maliyetlerini dahada düşürmek değil, aynı zamanda etin kalitesi ve tadının gerçek hayvanın et kalitesinde ve tadında olmasıdır. Bu amaçla, neredeyse tüm girişimciler, laboratuvar etinin kalitesi ve tadı hakkında kendilerini son derece yardımcı olan, ünlü mutfak şefleriye işbirliği yapmaktadır.

Bununla birlikte, sonuçta, tüketici yapay etin iyi olup olmadığına, sığır eti, domuz eti ve tavuğa gerçek bir alternatif sunup sunamayacağına kendisi, karar verecektir. Bekleyip göreceğiz….

Çeviri : İ.Kaya

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/biologie/schon-bald-gibt-es-laborfleisch-im-supermarkt-13373660

Ay`ın İlk Defa Boşluksuz Tam Bir Jeolojik Haritası Yapıldı

İnsanlık tarihinde, Ay'ın bir bütün olarak, ilk kez Jeolojik Haritasını görüyorsunuz. Bu jeolojik harita Dünyanın uydusunun bilinen tüm yüzey yapılarını ve peyzaj formlarını tek bir haritada gösteriyor..



Ay hakkında ayrıntılı jeolojik bilgi içeren tam bir harita ihtiyacı Ay`a bir üs kurma inşası için gerekliydi. Bu nedenle NASA, Lunar Planet ve ABD Jeoloji Araştırma kurumundan bilim adamları , Dünya uydusunun bilinen tüm yüzey yapılarını ve peyzaj formlarını gösteren Ay'ın Birleşik Jeolojik Haritasını el birliğiyle oluşturdular .

Bilim adamları, haritayı oluşturmak için ayın her bir bölgesini altıya bölerek üzerinde detay çalışması yaptı. Uyduların yardımı ile oluşturulan bu haritalar ve Apollo misyonlarında elde edilen verilerine dayanan bu haritalandırma çalışması yıllarca devam etti . 2013 yılında yayınlanan haritalar ilk olarak mevcut standartlara göre yeniden değerlendirildi ve daha sonra genel bir harita oluşturmak üzere birleştirildi. Araştırmacılar ayni zamanda harita üzerine, Ay yörüngesi hakkında da yeni veriler ekledi.

Yeni harita ilk kez ayın sadece son yıllarda keşfedilen manzaralarını gösterdiği için, en güncel verileri içeriyor. Böylelikle Ayın jeolojik faaliyetlerinden kaynaklanan krater jantları, çukurlar, çatlaklar ve asteroit etkilerinden kaynaklanan yüzey değişimleri, haritada yer almaktadır.

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu`ndan Corey Fortezzo'ya göre "on yıllardır süren çalışmaların sonucu olan harita", "aydaki belirli yerlerin keşif bilgilerini ay yüzeyinin geri kalanına bağlayarak yeni bilimsel çalışmalar için önemli bilgiler sağlayacaktır."

Gelecekte, jeolojik ay haritası, planlanan “ İnsanlı Ay Görevleri” misyonlarına bilgi sağlanmasında yardımcı olacak ve en uygun iniş yerini belirlemek içinde kullanılacaktır.

Çeviri: İ.Kaya
Kaynak: https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/astronomie/erste-geologische-karte-des-mondes-ohne-luecken-fertiggestellt-13373824

25 Nisan 2020 Cumartesi

Koku Hakkında Ne Biliyoruz?



Fil memeliler arasında en uzun buruna ve koku alma reseptörlerine sahiptir. Bununla birlikte, bugüne kadar canlılar alemindeki en iyi koku alıcısı olup olmadığı şimdiye kadar araştırılmamıştı.



İyi bir buruna sahip olmak hayvanlar için çok önemlidir. Koklama duyusu, hayvanların kendilerini yönlendirmelerinde, tehlikeleri erken fark etmelerinde, yiyecek bulmalarında ve doğru partneri seçmelerinde en büyük yardımcılarıdır. Çoğu hayvan insanlardan çok daha iyi koku alabiliyor. Sadece memelilerin mükemmel bir koku alma organı olduğu miti ise çoktan çöpe atıldı bile. Sürüngenlerin, kuşların ve hatta balıkların da inanılmaz hassasiyette kokuları algılayabildikleri artık biliniyor.


Hayvanlar alemindeki en uzun burun kesinlikle fillerdedir. Bilim insanlarının yaptığı son çalışmalarda, fillerin koku alma reseptörleri için gerekli olan fonksiyonel genlerin çoğuna sahip olduğu görüldü. Örneğin, fillerde yaklaşık 2000 civarında iken, fareler, sıçanlar ve köpekler sadece yarısı kadar koku alma reseptörlerine sahip. İnsanlarda durum ise daha vahim. Sadece yaklaşık 350 koku alma reseptörümüz var.


Bu arada, memeliler arasındaki koku alma reseptörüne ihtiyaç duymayan canlılarda vardır. Buna en güzel örnek yunuslardır. Koku duyusu yerine yunusların mükemmel ultrasonik sensörleri bulunur.


Farklı koku alma reseptörlerinin sayısı, canlıların burunlarıyla kaç farklı kokuyu tanıyabileceği hakkında bilgi verir. Ancak canlıda bu sayının çokluğu burnun hassasiyetinin artışı mı demektir? Bu konu hakkında henüz yeterince bir çalışma yok.


Yinede bilinen bir gerçek, her bir koku alma reseptörünün hassasiyeti ve belirli kokular için uygunlugu (kokuya özgül reseptör oluşu), koku alma hücrelerinin sayısı kadar eşit derecede önemlidir. İşte tamda burada koku alma reseptör sayısı şampiyonumuz sürpriz bir canlı. Birincilik, bir milyar koku alma hücresi ile, Avrupa yılan balığına aittir.


Avrupa yılan balığındaki reseptörlerin ne kadar çok olduğunu daha iyi anlayabilmek için gelin,hayvanlarda koku alma reseptörleri oranlarına bakalım:


Örneğin, Alman çoban köpeğinde 200 milyon, insanda ise sadece 20 milyon koku alma hücresi bulunur. Bilim adamları, yılan balığı burnunun hassasiyetini konusunda araştırma yaptılar. Konstanz Gölü'ndeki su miktarının üç katındaki bir göle bir damla parfüm damlattığınızda bile bunu Avrupa yılan balığının hemen algıladığını hesap ettiler.


Bu olağanüstü koklama duyusu, yılan balığının avını karanlık suda avlamasına yardımcı oldugu gibi, çiftleşme ve yumurtlama için atalarının kullandığı sulara dönüşü için yolunu bulmasına yardımcı olur. Bu göç sırasında binlerce kilometre yüzmelerine rağmen hedefledikleri yeri hiçbir zaman şaşırmazlar.


Avrupa yılan balığı, kokunun sadece havada değil su altında da çalıştığını, bizlere etkileyici bir şekilde kanıtlar. Bu durum aynı zamanda evrim sürecinde kokunun karada değil, aksine: İlkel denizlerin karanlığında, dünyadaki tüm yaşamın başladığı yerde geliştiğini gösterir.


Bütün omurgalıların hayatta kalan son atalarından biri balçık yılan balığıdır. 300 milyon yıldır 2000 metreye kadar derinlikte neredeyse tamamen karanlıkta yaşıyor. Bu yılan balığı tüm balıklarda ve hatta insanlarda bulunabilen koku alma reseptörleri ile aynı olan tam on gene sahiptir. Ayrıca zebra balığı gibi en gelişmiş balıkların da 100'den fazla farklı koku alma reseptörü oldugu biliniyor.


Evrim sürecinde sudan karaya çıkışta hayvanların hayatta kalabilmesi için koku almalarındaki hassasiyetlerini koruma ve geliştirmeleri çok daha önem kazandi. Dolayısıyla kokular yaşamları için giderek daha önemli hale geldi. Çünkü kokular, rüzgar tarafından kulağa ulaştırabileceğinden çok daha fazla anlam ve bilgiyi buruna taşırlar. Bu bilgiler hayvanları, düşmanlarını algılama ve tehlikelere karşı uyarabilir, yiyecek kaynaklarını ve suyu gösterebilir ve üremede eş seçimi hakkında bilgi verebilir. Dolayısıyla hayvanların bu önemli gereksinimlerini karşılamak için, koku alma reseptörlerinin sayısı zamanla sürekli arttı.


Sadece kartal örneğinde olduğu gibi daha iyi gözlere, primatlar ve insanlar örneğinde olduğu gibi daha karışık ve iyi beyine sahip olanlarda koku alma duyusu daha az önemli hale geldi.


Sonuç olarak, koku alma reseptörlerinin sayısı sıçanlarda ve farelerde, köpeklerde ve kedilerde 1.000'den fazladir. Bu sayı iyi bir beyin gelişimi yakalayan maymunlarda yaklaşık 550'ye ve insanlarda yaklaşık 350'ye kadar düşüyor.


Sayılar açısından, köpeğin koku algılayan hücre miktari insanlardan çok fazladır. Ancak, sadece bu rakamlara bakarak koku performansını pek tahmin edemeyiz. Burada devreye kokuyu algılayan hayvanın o kokuda ihtiyacını, tehlikeyi veya çiftleşmeyi algılıyor ve ihtiyaçlarına cevap veren koku olması, kısacası o kokunun hayatında yeri olması çok önemli. Örneğin, muz maymunlarda ve insanlarda kokusuyla heyecan uyandırırken, köpek bu kokuya karşı ilgisizdir. Hatta köpeklerde, bir muzun insanlardan daha kötü koktuğu algısı vardır. Koku tanımlama testlerinde, insanlar ve maymunlar genellikle eşit derecede performans gösteriyor.


Koku moleküllerindeki başarı algılaması, koklayanın günlük yaşamında o kokunun ne kadar önemli olduğu ile ilgilidir.


Pratik yapmak koklama duyusunu mükemmelleştirir


Köpeklerin büyük bir burnu olmamasına rağmen geniş burunlu bir insandan çok daha fazla ve sık koku hücresi içerir. Koklama esnasinda koku algısı dakikada 300 kata kadar artabilir ve böylece en küçük miktardaki kokuyu bile analiz için burnunu bir laboratuvar gibi kullanabilir. Aynı zamanda, içine çektiği hava, içerdiği koku molekülleri ile birlikte, hayvanın burnunda bir tür "koku alma nişinde" toplanır. Bunun için koku molekülleri koku alma hücreleri ile uzun süre temas halinde kalabilir.


İnsanlarda ise durum farklıdır, her nefes verişinde burnunu tamamen boşaltır.


Bununla birlikte, kokulara bilinçli yaklaşma ve devamlı koklama alıştırması yapma, süper buruna sahip olma yolunda çok önemli bir katkı sağlar. Birçok hayvan doğumdan sonra kördür ve ilk nefesten gelen kokuların tespitine bağlı hareket eder. Annenin göğsünü bulması, diğer türleri tanıması veya kendisini doğru bölgeye yönlendirip hareket etmesi koklama duyusuna bağlıdır.


İnsanlar ise genellikle sadece bilinçaltında kokuları algılar ve onlara günlük hayatında fazla dikkat etmezken, bu köpeklerde, kedilerde veya farelerde tamamen farklıdırlar. Erken yaşlardan itibaren dünyayı burunlarıyla "görür", pratik yapar. Kısacası burunlarını eğitirler ve koklama konusundaki tecrübeleri ileride hayattaki başarılarını belirler .


Parfümlerin kokusunu veya şarap kokusunu algılama mesleğinde çalışan insanlar örneğinde olduğu gibi, saatlerce kokular ile uğraşmak ve günlük uygulamalarla yoğun ve bilinçli koklamanın, biz insanoğlunu da süper burun haline getirebileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, insanın köpek kadar mükemmel bir buruna sahip olup olamayacağı ise tartışmalıdır.


Özgün Çeviri: İ.Kaya



Kaynak: https://www.spektrum.de/kolumne/der-gute-riecher-der-tiere/1724512?fbclid=IwAR1D_Og3DDd13kBjXkvgcNexDVWXwEIE2Tr9O75AdAV06__M5omqLdOlUJQ









x

18 Nisan 2020 Cumartesi

YARI ROBOT INSANLAR

Daha Az İnsan Olmaktan Korkmanıza Gerek Yok 


Bu iddialı sözlerin sahibi renk körü olan sanatçı Neil Harbisson`a ait. Kendisi dünyanın ilk yarı robot
insanı. Önce, renkleri duyabilmek için beynini kalıcı olarak yapay sensörlere bağladı:
Şimdi sadece renkleri değil, aynı zamanda titreşim şeklinde kızılötesi ve UV ışığı da duyabiliyor.
Bu durumun kendisini çok özel yaptigini ve pozitif bir etki olduğunu dile getiriyor.
Şimdi de zaman algısını bir implant ile değiştirmek istiyor. 



Harbisson, tamamen renk körü kılan nadir bir retina hastalığı olan, akromatopsi ile doğdu:
Dünyayı sadece siyah beyaz görüyordu. “Çocukken renklerin varlığını görmezden gelmeye çalıştım
çünkü benim için hiçbir anlamı yoktu fakat bu durum gün geçtikçe hayatımı zorlaştırdı.
Musluğun hangi tarafının sıcak veya soğuk su ile işaretlendiğini göremedim.
Ulusal bayrakların çoğu bana aynı görünüyordu. Ve büyük şehirlerde yolumu bulamadım,
çünkü metro haritaları benim için ayrılmaz bir gri tonlar karışıklığındaydi. ”İngiltere'deki Dartington
Sanat Koleji'nde çalışırken, ışık dalgalarının frekansını alan bir anten yapildi. 2004'te doktorum,
ses frekanslarını kafamda titreşimler olarak hissede bilmem için sistemi kafama yerleştirmeye beni
ikna etmeyi başardı” diyor. 



----Dünyada böyle bir operasyona giren ilk kişi sizsiniz. Ne içine girdiğinizi biliyor muydunuz?


Bu sanat projesine 19 yaşında başladığımda, tehlikelerin olduğu açıktı. Bedenim implantı reddedebilir
ya da beynim yapay duyu uyaranlarını göz ardı edebilirdi. Ancak dağcılar da Everest'e tırmanmanın
tehlikeli olduğunu biliyorlar ama bu onları durdurmaya yetmiyor. Sonunda her şey yolunda gitti.
Sadece zaman zaman anten ağrısından muzdaripim, işte o zaman bir antenim olduğunu
hissediyorum. Ağrı kesiciler ile idare ediyorum.


----Projeye bilim adamları eşlik etti mi?


İspanyol nörologlar beynimin yeni girdiye nasıl uyum sağladığını görmek için beyin taramaları
yaptılar. "Normal" insanlarınki gibi görünmüyor: görme ve duyma sırasındaki beyin aktivitem
karıştı.


----Seminerinizde söylediğin gibi, beyninizin antene kalıcı olarak bağlanması iki ay sürdü.
İnce titreşim farklılıklarını gölgelere çevire bilmeniz ise üç yılınızı aldı. Neden sadece görme
yeteneğinizi başka yollarla geliştirmeye çalışmadınız?


Antenin avantajı, sıradan insan gözünden bile daha fazlasını algılaya bilmemdir. Aldığım birçok renk
sizin için görünmez. Kızılötesi ve ultraviyole ışığı düşünün. Bu şekilde güneşte çok zaman geçirmenin
güvenli olup olmadığını biliyorum. Gelecekte, X-ışınları ve radyo dalgaları da cihaza eklenecek.
Ayrıca, anten gözlerime bağlı değil. Gözler genellikle yaşla birlikte kötüleşirken, teknolojik ilerleme
ekstra duyu organımın her zaman daha iyi çalışmasını sağlar. Tamamen kör olsam bile hala renkleri
görebilirim.


-----Dünyanızda ten rengi olmadığını söylediğinizde, her zaman çok alkış aldınız.


Cilt renklerinin frekansları bana turuncu görünüyor: çok koyu ciltler için koyu ve çok açık ciltler için
açık turuncu bir ton. Farklılıkları neredeyse hiç fark etmiyorum.


-----Anteniniz İnternet aracılığıyla Uluslararası Uzay İstasyonunun kamerasına bağlanabiliyor.
Uzayda ışık dalgalarını bu şekilde algılayabiliyorsunuz. Orası karanlık değil mi?


Hiç de değil. Uzayi devasa bir renk patlaması olarak deneyimliyorum. Esas olarak ultraviyole ve
kızılötesi spektrumda hareket ederler, bu yüzden sıradan insanlar tarafından görülmezler. Renk
miktarı o kadar ezici ki, başım dönmüş ve hasta hissetmeden ona iki saatten fazla "bakamıyorum".
İzlenimler kitlesine alıştığımda, uzaya kalıcı bir bağ kurmak istiyorum. O zaman onu keşfetmek için bir
astronot olarak uzaya gitmem gerekmiyor, ancak Dünya'dan gözlemleyebiliyorum. 


Son zamanlarda akıllı dünya dışı yaşam arayan organizasyon SETI ile temas kurdum. Projeleriniz
uzaydan toplanan tüm verileri analiz edecek insanlardan yoksundur. İnsanlar karşılık gelen sensörleri
implante ederse, alanı duyusal astronotlar olarak keşfedebilirler. Örneğin, cyborg (yarı robot)
meslektaşım Moon Ribas, ayağındaki bir sensörden aydaki depremleri algılayabiliyor. Kendimizi bir
tür olarak yeniden tasarlamak aynı zamanda çevre için bir nimettir.


----Yapay zeka ile olan algınızı geliştirmek yerine neden yapay anlamda bir organ istediniz? Ne fark
var ki?


Yapay zeka bana sadece çevremdeki renkleri verirdi. Yapay bir organ ise beynimi zekamla kendim
geliştirmeme teşvik eder. Anten bana renklere ait titreşimler veriyor ve bu titreşimleri yorumlamak
beynime kalıyor. Teknolojiyi bedenime entegre ettiğimden itibaren daha zeki oldum. Antenin sanal
veya artırılmış gerçeklikle ilgisi yoktur; Ben buna "açıklanmış gerçeklik" diyorum. Aslında sürekli
etrafımızda olan, ancak sıradan duyularımızla algılayamadığımız bir gerçeği ortaya çıkarıyor.
Kızılötesi ve ultraviyole ışınları zaten var, ancak sadece teknoloji tarafından tanınabilirler. Gelecekte
daha da fazla yapay duyu organlarının olacağına ve çevremizin daha gizli yönlerini bize
göstereceğine inanıyorum.


----Zaten başka yapay duyularınız var. Dizinizdeki bir implant ile Dünyanın manyetik kuzey kutbunun
nerede olduğunu görebilirsiniz. İçinde Bluetooth teknolojisine sahip bir dişle, konuşarak Mors kodları
gönderebilirsiniz. Programlarınızda başka neler var?


Şu anda 24 saat boyunca sıcaklığı başımda hissedebilecek bir güneş saati olan bir tür kafa bandı
üzerinde çalışıyorum. Beynim bu tür bir zaman algısına alıştığında ise dönme hızını ve dolayısıyla
zaman algımı değiştirmek istiyorum. Bir durumda istediğimde, ısı noktasının daha yavaş dönmesine
izin verir ve zamanın daha yavaş geçtiği yanılsamasını hissederim. Aynı zamanda denge duygumu
geliştirmek için sırtımda bir kuyruk yerleştirmeyi de düşünüyorum. Bir gün mizah anlayışımı kontrol
edebileceğim bir organ oluşturmayı umuyorum. Sonra hayattaki her şeyi komik bulabilir ve gülerek
ölebilirim.


.
Bu arada birkaç yıl önce, bugünün ve gelecekteki cyborgs (yari robot) hakları için kampanya yürüten
bir kuruluş olan Cyborg (yari robot) Vakfı'nı kurduk. 


----İnsanlar neden teknolojiyi, vücutlarına implant etmeyi düşünmeli?


Yıllarca hiç kimsenin aynı duyu organlarından aynı bilgileri almayı sıkıcı bulmaması beni her zaman
çok şaşırtıyor. Vücudunuza basit bir sensör eklediğinizde, fark edilmeyen ama her zaman orada olan
yeni bir anlam ve böylece bir gerçeklik elde edersiniz. Kendimizi yeni bir tür olarak yeniden
tasarlamak çevre içinde bir nimet olabilir. Gezegeni binlerce yıldır ihtiyaçlarımıza uyarlıyoruz. 


Örneğin, dışarısı karanlıkken bile aktif olmak istediğimiz için, çok sayıda diğer hayvan türü için yıkıcı
olan yapay ışığı icat ettik. Yaz günlerinde serin ve soğuk kış akşamlarında kendimizi sıcak tutmak için
klima ve ısıtma cihazları geliştirdik. Karanlıkta görmemize ve vücut sıcaklığımızı kendimiz kontrol
etmemize izin veren yapay organlar tasarlarsak, dünyayı rahat bırakabilir ve çok fazla enerji tasarrufu
sağlayabiliriz. 


İnsan olmayan duyularım ve organlarım var. Bu yüzden yüzde 100 insan hissetmiyorum. Daha az
insan olmak korkacak bir şey değildir. Normal bir insanın yapamayacağı şeyleri yapabilirim. Ve bunu
muazzam bir zenginlik olarak görüyorum.


Meraklılarına Neil Harbisson biyografisi : 1982 doğumlu İngiliz sanatçı, 2004 yılında kafasına bir
anten yerleştirdi: kafatasının arkasına tutturulmuş ve alnın üzerine doğru eğilen bir tür metal hissedici.
Işık dalgalarını yakalayan ve frekansları beyne titreşim şeklinde ileten, eyeborg olarak da bilinen
küçük bir kamerası var. Harbisson, farklı dalga boyları ile 360 ​​gölgeyi tanıyabilir ve renklerin
doygunluklarını yoğunluğuna göre okuyabilir.


2012'deki bir TED konuşmasında, duyusal deneyiminin implantla nasıl değiştiğini anlattı. İlk başta
frekansların renk adlarını ezberlemek zorunda kalmış ancak zamanla her şey şimdi hayallerindeki
gibi algıya ve duygulara dönüşmüş. Tonları renklerle ilişkilendirdiğini, örneğin telefon zillerinin ona
yeşil renk verdiğini anlatıyor.


Harbisson, İngiliz pasaportunda "Eyeborg" ile resmedildiğinden, Harbisson hükümet tarafından
tanınan ilk cyborg (yarı robot) oldu. Cyborg Vakfı ve Transspecies Society'nin kurucu ortağı olarak,
2010'dan beri cyborg haklarını temsil ediyor ve insan dışı kimlikleri ve yeni duyu ve organların
gelişimini teşvik etmek istiyor. 


İngiliz sibernetikçi Kevin Warwick'e göre, bir kişi biyolojileri, özellikle sinir sistemi teknoloji ile
birleştiğinde bir cyborg (yarı robot) olur. Bununla birlikte, tanım tartışmalıdır çünkü sınırlar modern
tıbbın olanaklarıyla giderek bulanıklaşmaktadır.


Çeviri : İ.Kaya

Kaynak: https://www.spektrum.de/news/man-muss-keine-angst-haben-weniger-
mensch-zu-werden/1622562?fbclid=IwAR0brYzqAZdLytbW0u27RJaitMuoJ1vYAvCh9k_
fE-n1iHkYtFjpfvnDYrs


Virüsler Hayvanlardan İnsanlara Nasıl Sıçrar?


Bu sorunun cevabını iyi anlamak, aynı zamanda virüslerden korunmak için insanoğlunun yapacağı ilk adımdır. 



  1. Mevcut korona salgınının kökleri, vücudumuza giren birçok virüs gibi hayvanlar alemindedir.
  2. Aynı şekilde, yarasalarda gelişen SARS-CoV-2 patojenin de daha sonra muhtemelen başka bir
  3. hayvan yoluyla insanlara atladığını tahmin ediliyor. 



Sorulması gereken soru ise; Tür bariyeri üzerinde böyle bir sıçrama nasıl meydana geliyor?
Yeni korona virüsü gibi zarflanmış virüsler neden bu kadar salgın eğilimlidir?


Covid-19, İspanyol gribi veya HIV gibi hastalıklar insanlık tarihindeki büyük pandemiler çoğunlukla,
hayvanlardan insanlara sıçrayan patojenler tarafından tetiklendi. Virüslerin neden olduğu bulaşıcı
hastalıklar söz konusu olduğunda, bunun hayvanlardan bulaşma oranı yüzde 70'ten bile fazladır. 


Çoğu grip virüsü kuşlardan kaynaklanır, HIV maymunlarda yaygın olan bir virüse bağlıdır ve
Ebola ve yeni korona virüsü SARS-CoV-2 yarasalarda gelişmiştir.


Virüslerin hayvanlardan insanlara atlamasının sebebini 3 adımda açıklayabiliriz…


İlk Adım: İletişim


Bu virüsler  insan vücuduna nasıl giriyor ve hayvan konakçılar hiçbir hastalık belirtisi göstermese
bile neden bizi hasta edebiliyor? 


Tür bariyerinin üzerinden atlamak için en önemli  ön koşul gayet açıktır: Virüs veya virüsün
taşıyıcısı insanlarla temas etmelidir. Bu nedenle, özellikle insanlar ve hayvanların bir araya
geldiği yerlerde, yeni virüs enfeksiyonlarının ve salgınlarının artması tesadüf değildir. Bu, birçok
çiftlik hayvanının bulunduğu kırsal alanlardaki risk değil sadece, aynı zamanda Çin'in 60 milyon
nüfusa sahip Wuhan şehrindeki pazar gibi canlı ve ölü vahşi hayvanların satıldığı pazarlarda da bu risk
fazlaca mevcuttur..

İnsanların daha önce el değmemiş alanları istila ettiği veya vahşi hayvanların yaşam alanlarını yok ettiği
her yer, virüsün bulaşma riskinin ilk adımı olan iletişimin gerçekleşmesi için zemin hale gelir. Çünkü bu,
insanlar ve vahşi hayvanlar arasında aniden, parazitlere ve patojenlere atlama şansı sunan yeni temas
yaratır. 


Aynı zamanda yakın çevremizde ve şehirlerimizde, günümüze adapte olan ve örneğin idrar veya
dışkı yoluyla bize virüs bulaştırabilen birçok hayvan mevcuttur. Bunun bir örneği, Almanya'daki Hanta
virüsünü de iletebilen kırmızı farelerdir..Bu fareler tehlikeli Hanta virüsünü, insanlara elle temas olmadan
bile  bulaştırabilir. Bunun icin enfekte hayvanlarin idrar, dışkı veya tükürüğü bile yeterlidir.


İkinci Adım: Yerleştirme Noktası


Başarılı bir sıçrama için ikinci ön koşul, insan hücrelerinin virüsün binişidir. Virüsler kendilerini
çoğaltamazlar, ancak konakçılarının hücre makinelerine bağlanmak ve kilit anahtar sistemi gibi uyumlu
olmaları gerekir. Bunu yapmak için, önce hücre ile kenetlenmek ve nüfuz etmek zorundalar. Bunun
içinde virüsün, insan hücresindeki belirli yerleştirme noktalarının kilidine, bir anahtar gibi uyan bir yüzey
proteinine ihtiyacı vardır. Virüs, hücrelere ancak bu bağlanma yerinin yapılandırması eğer tam olarak
uyuyorsa saldırabilir.


Korona virüsü durumunda, bu gibi çıkıntı yapan taç proteinlerinin bir kısmı bu görevi üstlenir. Bu protein
üzerindeki bağlanma yeri o kadar mutasyona uğramaktadır ki artık hava yollarımızın ve akciğerlerimizin
hücreleri üzerindeki bir reseptöre mükemmel şekilde kenetlenme bilmektedir. Bu yüzden bu virüs öksürük ve zatürreyi tetikler. 


Aynı şekilde, keneler tarafından bulaşan TBE virüsü gibi diğer virüslerle, yüzey proteinleri sinir
sisteminin hücreleri üzerindeki yerleştirme bölgelerine bağlanır ve bu yüzden bu virüs menenjite
neden olur.


Bir virüsün mutasyonu yüzey proteinlerinde ne kadar kolay olursa, bu patojenin yeni bir konakçıya
adapte olma olasılığı o kadar artar. Çünkü bazen bağlanma bölgelerinin yapısındaki küçük değişiklikler
yeni tür hücrelere erişmek için yeterlidir. Bu konuda özellikle yetenekli "şekil değiştiriciler", zarflanmış
virüslerdir. 


Zarflanmış virüsler, genetik materyalleri etrafında protein açısından zengin kapsülle birlikte, ek bir
kabuğa sahip olan korona virüsü gibi virüslerdir. Bu virüs zarfı, özellikle değişken yüzey proteinleri ile
kaplı bir zardan oluşur. Bu nedenle, hayvanlarin çoğunun zarflı virüsler tarafından tetiklenmesi ve
uyumu tesadüf değildir.


Korona virüsünde, dış yüzeyindeki çemberinden çıkıntı yapan bazı taç proteinleri insan hücreleri ile
kenetlenmeyi başarması, insanı virüsün yeni konağı yapmıştır. 


Üçüncü Adım: İnsandan İnsana Bulaşma


Bir hayvan virüsünü bir pandeminin potansiyel bir tetikleyicisine dönüşmesini saglayan bir adım daha
vardır: Bu adimda virüsün insan hücrelerinde çoğalabilmesi ve daha sonra kişiden kişiye atlaya
bilmesidir. 


Yaygın olan ve birçok insanı hasta eden, ancak bu adımı atamayan viral patojenler vardır. Bu, örneğin
Hanta virüsüdür. Aynı zamanda TBE virüsü veya dang hummasına neden olan virüs için de bu durum
geçerlidir. Onun için bu virüsler, pandemiye dönüşmemiştir. 


Ne yazık ki durum, mevcut koronavirüs SARS-CoV-2, Ebola veya birçok influenza varyantı için farklıdır:
Bu virüsler artık hayvan taşıyıcılarına ihtiyaç duymaz, ancak doğrudan insandan insana bulaşabilir.
Bu mümkündür, çünkü patojenler soluduğumuz hava ile kan, tükürük veya diğer vücut sıvıları
aracılığıyla dış dünyaya ulaşır ve daha sonra diğer insanlar tarafından emilebilir.


Covid-19 patojeni SARS-CoV-2 maalesef özellikle insandan insana bulaşma da "çok yönlüdür".
Öksürürken, hapşırırken, nefes alırken ve konuşurken hatta enfekte hastaların dışkılarında da damlacık
enfeksiyonu ile bulaşır. Ek olarak, bu virüs birkaç saat ila günlerce pürüzsüz yüzeylerde deforme
olmadan durabilir ve bu da enfeksiyon riskini artırır.


Daha da kötüsü, 2003'te yaygın olan SARS virüsünün aksine, bu virüs ilk belirtiler ortaya çıkmadan önce
enfekte olan tarafından, ilk başlarda hiçbir belirti göstermediği için,  çevreye salınır. Bu yüzden
koronavirüs enfeksiyonları ateş ve öksürük gelişmeden önce genellikle bulaşıcıdır ve onun için yayılır.
Bu durum,patojeni bu kadar başarılı ve mevcut pandeminin tutulmasını çok zorlaştırır.


Çeviri : İ.Kaya

Kaynak. https://www.wissen.de/wie-springen-viren-vom-tier-zum-menschen-ueber?fbclid=
IwAR3ADnZuTWZrm9QWd7jXoh2OX_w65c5lSD7Tb6IECNUW9I6mr5ewIJzC4lw

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...