3 Temmuz 2020 Cuma

Kırmızı Işık, Yaşa Bağlı Görme Yorgunluğunu Önleyebilir


Kırmızı ışık, mitokondrinin aktivitesini arttırır ve böylece retinal hücrelere enerji tedarikini ve görme duyusunu geliştirir.


Retinanın doğal yaşlanma sürecine bağlı olarak, 40 yaşın üzerindeki kişilerde yavaş işleyen süreçte de olsa mutlaka görme kaybı olur. Bu durum, retina hücrelerinin mitokondrilerinde ATP molekülünün üretimindeki azalma ile tetiklenir. ( ATP hücre içi biyokimyasal reaksiyonların gerçekleşmesi için gerekli olan kimyasal enerjiyi taşımakla görevli, hücre yapısı içerisinde yer alan çok işlevli bir nükletittir.)


Azalan ATP hücreleri yüzünden retina hücreleri, yaşlılıkta yüzde 70'e kadar daha az enerji alır ve hissetmekten sorumlu hücrelerinin performansı böylelikle düşer.


Londra Kolej Üniversitesi`nden Glen Jeffery'nin açıkladığı gibi, “Görme sistemi yaşlandıkça önemli ölçüde performans kaybı yaşar. Bunun için retinanın ve aynı zamanda renkli görmenin hassasiyeti inanılmaz derecede zayıflar. Aynı zamanda kötü aydınlatma koşulları da görme üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğu yadsınamaz.”


Işık mitokondriyal aktiviteyi arttırır


Daha önceleri yapılmış araştırmalar da, farelerle yapılan deneyler belli ışık dalga boylarının mitokondrinin aktivitesini arttırdığını ve böylece hücrelerin ATP üretimini uyardığını göstermişti. Jeffery'ye göre, "mitokondrilerin, performansını olumlu etkilemeye yarayan spesifik ışık emme özellikleri var." Bilim adamının açıkladığı gibi, "özellikle 650 ila 1,000 nanometre aralığında ki dalga boyları fareler tarafından iyi emilir ve mitokondrilerin performansını ve enerji üretimini arttırır."


Bu etkinin insan gözünde de meydana gelip gelmediğini bulmak için, bilim adamları 28 ila 72 yaş aralığında olan 24 sağlıklı denekle bir pilot çalışma gerçekleştirdiler. Gerontoloji Dergisi'nde yayınlanan makaleye göre, çalışmanın başlangıcında, bilim adamlarının retinanın koni ve çubuklarının performansını belirleye bildikleri çeşitli aydınlatma koşullarında göz testleri yaptılar. Bunlar, deneklerin düşük kontrastlı harfleri tanıması veya karanlıkta zayıf ışığa tepki vermesi gereken testleri içeriyordu.


Kırmızı LED görüşü iyileştirir


Daha sonra test denekleri, günde üç dakika boyunca gözlerini aydınlatan 670 nanometre dalga boyuna sahip basit bir LED el feneri alarak, ya doğrudan ışığa bakabilir ya da ışığı göz kapaklarına yönlendirebilir konumda ışığa maruz bırakıldılar. Çalışma yazarlarına göre, göz kapağındaki ince cilt uzun dalga ışığının retinaya ulaşmasını engelleyemez. İki hafta sonra, kırmızı ışığın olası etkilerini belirlemek için göz testlerini tekrarladılar.


40 yaşın altındaki katılımcılarda hiçbir değişiklik olmadı. Buna karşılık, tüm yaşlı denekler ortalama yüzde 20 daha iyi renk kontrastı algısı yaşadılar. Düşük ışıkta görünürlük, yaşlı deneklerde de önemli ölçüde artti. Bu deneyin en önemli sonuçlarından biri ise, yaşlılıkta genellikle kötü tanınan mavi renk spektrumunda bile gelişme sağlanmış olmasaydı.


Daha ileri çalışmalar, görmede iyileştirme için gerekli olan optimal dozu belirleyecektir


Jeffery "Çalışma, belirli dalga boylarıyla kısa tedavi yaparak yaşlı insanlarda görme yeteneğini iyileştirmenin mümkün olduğunu gösteriyor." dedi.


Prensip olarak, herhangi bir yan etkisi bulunmadığı takdirde, tedavi yöntemi yakında günlük klinik uygulamalarda rahatlıkla kullanılabilir.


Jeffery'ye göre, "Bunun için gereken teknoloji oldukça basit ve güvenlidir." Çünkü kendi çalışmalarında kullandıkları LED fenerlerin satış fiyatı sadece 15 Euro..


Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/medizin/rotlicht-kann-altersbedingte-ermuedung-der-sehkraft-verhindern-13373958?fbclid=IwAR00laY2ELCxgEpsxZXWLij0wlWMcMEX_AVasHNcqvhvzilXmHyRJnDyogY

Neandertal Geni Olan Kadınlar Daha Fazla Çocuk Doğurur


Araştırmanın sahipleri Almanya Leipzig`deki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü ve İsveç`teki Karolinska Enstitüsü araştırmacıları. Yapılan araştırmalar sonucunda Neandertal geni olan kadınların daha fazla çocuk doğurduğu, bulgusu Moleküler Biyoloji ve Evrim dergisinde bir makale olarak yayınlandı.

Avrupa`daki her üç kadından biri, progesteron reseptörünü Neanderthal`lerden miras almış durumda. Progesteron reseptörü, doğurganlığın artması, hamileliğin başlangıcında daha az kanama ve daha az düşük ile ilişkili bir gen varyantıdır.

Max Planck Evrim Antropolojisi Enstitüsü araştırmacısı Hugo Zeberg, “Progesteron reseptörü araştırmasının, Neandertallerden modern insanlara aktarılan genetik varyantların bugün yaşayan insanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını göstermesi bakımından önemli” olduğunu dile getiriyor.

Progesteron, adet döngüsünde ve hamilelikte önemli bir rol oynayan hormondur. Bu araştırma ,244.000 kadın da dahil olmak üzere 450.000'den fazla insandan elde edilen biyo-banka verilerinin analizi ile yapılmıştır.

Bu araştırmadan çıkan sonuç, Avrupa'daki neredeyse her üç kadından birinin, progesteron reseptörünü Neandertallerden aldığını göstermektedir. Kadınların yüzde 29'u Neandertal reseptörünün bir kopyasını taşır ve hatta Avrupa'daki kadınların yüzde üçü ise Neandertallerden alınmış iki gen kopyası taşır.

Hugo Zeberg`e göre : “Bu geni Neandertal`lerden miras alan kadınların oranı, diğer Neandertal gen varyantlarını miras alanların oranının yaklaşık on katı.”

"Sonuçlarımız, Neandertal varyantının günümüz insanlarında doğurganlık üzerinde yararlı bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir." diyerek, açıklamasına devam ediyor.

Çalışma, reseptörün Neandertal varyantına sahip kadınların genellikle hamileliğin başında daha az kanamaya ve daha az düşüklere sahip olduğunu gösteriyor. Ayrıca daha fazla çocuk doğururlar. Moleküler analizler, bu kadınların hücrelerinde daha fazla progesteron reseptörü ürettiğini gördü. Bu da progesterona duyarlılığın artmasını sağlıyor ve böylece erken düşüklere ve kanamaya karşı korunmaya neden oluyor.

Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://idw-online.de/de/news748004?fbclid=IwAR3mEC9nWQ7x9C7lnOWXuL6HU_AH0R3Tr97hb4h6OLP8_8uqK0S3Al_kjMA

2 Temmuz 2020 Perşembe

NEDEN SAYILARI TANIYAMIYOR? BEYNINDE SORUN NE?

Neden Artık Sayıları Tanıyamıyor, Beyninde Sorun Ne ?


Araştırmacıların sadece isminin baş harflerine dayanarak adlandırdığı R:F:S kod isimli hasta 60 yaşında. Artık sayıları tanımıyor. Garip bir görme bozukluğu olan bu hasta araştırmacıları şaşırtmaktadır. Adam artık iki ile dokuz arasındaki sayıları tanımlayamıyor. Buna rağmen harfleri ve diğer sembolleri, sıfır ve bir rakamını sorunsuzca tanıyabiliyor. Peki neden böyle? Beyninde nasıl bir sorun var?


İşte bu sorunun cevabını araştıran Cambridge`deki Harvard Üniversitesi`nden Teresa Schubert liderliğindeki bilim ekibidir.


Artik sayıları tanıyamayacağınızı ve sayı diye önünüze konulan sembolleri rastgele çizilmiş, spagettiye benzeyen çizgiler olarak algıladığınızı düşünün. PNAS dergisinde işte tamda böyle bir sorunu olan adam ile ilgili yapılan araştırmanın sonuçları yayınlandı.


R.F:S olarak isimlendirilen adamın beyninde olanları en basit şekile indirgeyerek anlatabilmek için bazı terimlerin ne anlama geldiğini kısaca anlatmamız gerekli.


Serebral Korteks : Beynin üstünde bulunan gri bir örtüdür. Kalınlığı 1,5 mm ile 5 mm arasındadır. Beynin diğer kısımlarının çoğunun beyaz renkte olmasını sağlayan yalıtımın kortekste bulunmasindan dolayi rengi gridir. Serebral korteks sağ ve sol yarım küre olmak üzere iki yapısal kısma ayrılmaktadır. Ağırlığı beynin 3/2 si kadardır ve neredeyse beynin bütün yapilarinin üzerini örter. İnsan beyninin en gelişmiş kısmı olup, düşünme, algı ve dil gibi işlevlerden sorumludur.


Gelelim şimdi Bazal Ganglion`a : Beynin orta kısmında bulunan prefrontal korteks (bütün kaynaklardan gelen bilgilerin düzenlendigi ve birleştirilip ortaya çıkarılacak davranışa karar verecek bölge) ile ayni zamanda alt motor ve duyu bölgeleri arasındaki iletişim ve yönetimi sağlayan yapıların genel adı.


Nörodejeneratif : Nöronlar, beyni ve omuriliği bünyesinde barındıran sinir sisteminin yapı taşı. Nöronlar normalde çoğalmaz ve kendilerini yenileyemez. Bu nedenle hasar gördüklerinde yokluklari hissedilir. Bu yokluklarinin her birinin ayrı bir hastalık adı vardır. Parkinson, Alzheimer veya Huntington hastalığı gibi.


İşte R:F:S olarak adlandırılan hasta, serebral korteksi ve bazal gangliyonları etkileyen nadir bir nörodejeneratif hastalıktan muzdarip. Hafıza problemleri ve kas seğirmeleri gibi beklenen şikayetlere ek olarak hasta görme kaybından da şikayetçi. Onun için kendisine gösterilen iki ila dokuz arasındaki sayıları sadece “spagetti” olarak tanımladığı garip çizgiler olarak görüyor.


Şaşırtıcı bir şekilde, bir ve sıfır sayıları herhangi bir soruna neden olmuyor. Roma rakamları ile yazılmış sayıları ve harfler ile iki, üç diye yazılmış sayıları da tanıyabiliyor. Bilim insanları tarafından yapılan diğer testlerde iki ila dokuz arasındaki rakamlar devreye girdiğinde hastanın algısının her zaman durduğu ortaya görüldü. Örneğin, ilgili rakamların hemen yakınında bulunan veya üzerlerine yerleştirilen görüntüleri tanıyamadı.Kemanın çizimini tanıyor ama üç sayısının içine gömülmüş keman resmini algılayamıyordu.


Hastaya rakamları nasıl gördüğünü çizmesi söylendiğinde, çizdiği resmi aşağıda görüyorsunuz.









Elektroensefalografi (EEG) yardımıyla Schubert ve arkadaşları, bazen sayılarla birleştirilen bazen de birleştirilmeyen yüzlerin fotoğraflarını göstererek hastanin kafasında neler olduğunu araştırdılar. Her iki durumda da benzer beyin dalgası modellerini keşfettiler - R.F.S. Yüzü kendi algisina uygun ifade şekline göre tanıyabildi ya da tanıyamadı.


Yalniz R.F.S isimli hasta ile yapılan testlerde dikkat çeken sonuçlardan biri de rakamların içine gizlenmiş yüzleri farkında olmadan tanıması oldu. Bu durum bilinçli farkındalık olmadan bile beynin karmaşık işlem gerektiren adımları gerçekleştirdiğini gösteriyor. Belki de bunun için hasta muhtemelen sıfır ve bir rakamlarını tanımlayabiliyor. Çünkü bilişsel olarak özel bir anlamı var ve ayrıca şekilleri çok basit. Aynı zamanda harf olarak “O” ve “I” harflerine benziyor.




Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://www.spektrum.de/news/der-mann-der-keine-zahlen-mehr-erkennen-kann/1745722

1 Temmuz 2020 Çarşamba

Genlerimiz Kaderimizi Belirliyor mu?


Hasta olup olmayacağımızı, yaşam süremizi, yaptığımız iş, hobilerimiz veya sahip olduğumuz karakterimizi belirleyen genler mi yoksa çevre mi? Bu soruya kesin cevabı verebilecek olan araştırma yaklaşık 40 yıl sürdü. Bu araştırma, aynı genler ile doğan tek yumurta ikizleri üzerinde yapıldı.

Bu araştırma için yeni doğmuş, ailesi ile büyüyemeyen, evlat edindirme ajanslarina kaydedilmis, kimsesiz çocuklar yurdunda kalan ikiz hatta üçüz çocuklar, denek olarak kullanılarak yapıldı. 1980 yılında başlayan bu etik olmayan araştırma için ikizler daha bebekliklerinden itibaren tamamen farklı çevrelere evlatlık olarak verildi ve gelişmeleri gözlem altında tutuldu. Evlatlık verilen çocuklar ve çocukları evlatlık alan ailelere kesinlikle çocuğun ikizi olduğu hakkında bir bilgi verilmedi.

Yetişkin birer birey olan ikizlerin gelişim verileri, araştırmacılar tarafından inceleniyor ve bir istatistik oluşturuluyordu. Ta ki tesadüf eseri ikizlerden birkaçının kardeşini bulup, kamuoyuna bu araştırma kurbanları olduklarını anlatana kadar. Bu olaydan esinlenerek yapılmış Lori Shinseki`nin filmi, bilim adına ikizleri ayırmanın ne kadar travmatik sonuçları olabileceğini çok iyi anlatiyor. Seyretmenizi tavsiye ederiz.

Bu duruma maruz kalmış ikizler, yaşamları boyunca, sebebini anlamadıkları hayatlarında önemli bir boşluk hissettiklerini dile getiriyor. Tanrı'yı oynayan bilim adamlarına öfke ve kırgınlık duyuyorlar. İkizleri ayrı ayrı yerleştiren, Louise Wise Center bugüne kadarki bütün belgeleri ısrarla kilit altında tutuyor ve kobay olarak kullanılan ikizler ile paylaşmayı reddediyor.

Birbirlerinden habersiz yaşayan ikiz kardeşlerin garip hikayeleri ve ilginç tesadüfleri var. Örneğin Jim Lewis ve Jim Springer 39 yaşında birbirleriyle tanışıyorlar. Görünüşleri son derece benzer. Aynı şekilde ikiside ayni marka sigarayı içiyor, ikiside tırnak yiyor, iki kez evlenmişler ve kendi bahçelerinin ağaçlarının altında aynı şekilde özel yapılmış ahşap bankları var.

1980`lerde başlayan bu deney sonuçlarına kadar, araştırmalar öncelikle çevrenin davranışlarımızı, sağlık durumumuzu ve eğitim seviyemizi belirleyen tek faktör olduğunu varsaydılar. Fakat şimdi bu varsayımın eksik olduğu ve genlerin etkisinin hafife alındığı anlaşıldı.
İnsan genetiği karmaşıktır

Tüm insan genomunun deşifre edildiği 2000 yılından önce insanda neyin çevresel neyin genetik olduğu bu kadar açık değildi. Uzun yıllar alan İkiz araştırması sayesinde kişiye özgü bir özelliğin genetik olan kısmını, çevresel kısmından ayırmak mümkün hale geldi.
Küçük farklılıkların büyük etkisi vardır

Bu uzun soluklu araştırmada Scott ve Marc Kelly ikizler, muhtemelen en ünlü denekler. Çünkü Scott Kelly bir astronot. Uzay üssünde en fazla kalan Amerika'nın ikinci astronotu. Uzayda kaldığı 340 günün sonucunda Dünyaya döndüğünde kendisinde olan değişiklikler, dünyada kalmış olan ikizi Marc ile karşılaştırıldı.

Scott ve Marc dahil olmak üzere yapılan ikiz araştırmalarında, bütün ikizlerde yaşlandıkça daha fazla fark görünür hale gelir. Çünkü yüzlerce gen işin içinde ve buna ek olarak genler yaşam boyunca açılıp kapanabilir. Buna “epigenetik yani kalıtımsal olup genetik olmayan değişiklikler denir. Bu epigenetik değişiklikler yaşlanan ikizlerde fark yaratan en önemli unsurlardır. Batı sanayi toplumlarının yaşam koşullarının da genler üzerinde mutlak bir etkisi vardır, örneğin stres, eğitim, hijyen veya ilaç tüketimi şeklinde.

Bu fark ikizler üzerinde, hamilelik sırasında başlayabilir, çünkü plasentadan kan akışı aynı karında yaşıyor olsalar da ikizlerde de farklıdır. Doğumda daha küçük olanlar ömür boyu böyle kalacak ve diyabet veya kalp krizi, inme gibi metabolik hastalıklar için daha yüksek risk altında olacaklardır.

Zeka ve genler

Muhtemelen IQ değerlerinin kalıtsal olduğu inancını destekleyen en iyi bilinen kanıtlar, ayrı ayrı yetiştirilen ikizlerinin gözlemlerinden gelir. Zekanın yüzde 60 kalıtsaldır. Ancak birlikte büyüyen aynı ikizlerin okul kariyeri bile nadiren aynıdır. Birlikte yaşayan ikizler çok benzer bir çevreye ve neredeyse aynı genlere sahip olmalarına rağmen, çevrelerini farklı deneyimler.

.

Bielefeld Üniversitesi`nden sosyolog Martin Diewald, İkizlerden birinin babasının kendisine yaklaşımını teşvik edici görürken bir diğerinin meydan okuyucu, tehdit edici olarak görebileceğini dile getiriyor.


Bireylerin zeka gelişiminde küçük farklılıkların büyük etkisi olabildigi gözlemlendi. Özellikle okul çağında, ebeveynlerin eğitim düzeyi, okulun eğitimdeki başarısında, önemli bir paya sahip olduğu ikiz çalışmalarında da kanıtlandı. Bu da, yetersiz eğitimli ebeveynlerden gelen çocukların, uygun ve bireysel destek aldıkları takdirde, çok daha fazla gelişe bilecekleri ve başarı sağlayacakları anlamına gelir.
Gelinen sonuçta, kaderimizi etkileyen Genler mi, Çevre mi?, sorusuna ikiz araştırmalarının verdiği yanıt şu şekilde ;

Yaşam koşullarındaki en küçük farklılıklar bile, bir kişinin kişiliğinde ve sağlığında daha önce düşünülenden daha fazla iz bırakıyor. Genler ve çevre arasında sürekli bir etkileşim gibi bir şeyin var olduğu görülüyor. Eğer söz konusu kaderimiz ise Gen faktörü, çevre faktöründen asla ayrı düşünülemez.



Özgün Çeviri :İnanç Kaya

Kaynak :https://www.br.de/wissen/zwilling-forschung-gen-umwelt-nature-nurture-100.html?fbclid=IwAR0r4OZ8sY_VDcofx1WyKZ9RQi3c1L--OVmt3WsGNOAJAX6ahYuZFAoYf7Q

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...