1 Haziran 2020 Pazartesi

Dünyanın En Tehlikeli Adaları Listesindeki Riems Adasında Korona Test Çalışmaları


Riems bir Alman adasıdır. 1900`lü yıllara kadar halka açık bir turistik adaydı. Şuan ise dünyanın en tehlikeli 10 adasından biridir. Baltık Denizi`nde bulunan bu adanın güvenlik seviyesi en yüksek seviye olan 4`tedir. Yüksek duvarlar ve tel örgüler ile korunuyor. Bu adayi bu kadar tehlikeli yapan ise 1910 yılında Robert Koch`un öğrencisi Friedrich Loeffler tarafından virüslerin incelenmesi, için kullanılmaya başlanmış olması. 



Daha sonraki süreçte de Riems Adasi`nda birçok virüs depolanarak incelenmiş. Bu virüsler o kadar
tehlikeli ki yanlış ellere geçtiğinde milyonlarca insanı ve hayvanı öldürebilir. Global ölçüde salgınlara sebep olabilir.


Bugüne kadar, adadakı son derece tehlikeli araştırmalar, ölümcül hayvan hastalıkları ile Sars, Ebola veya Kırım-Kongo kanamalı ateşi üzerinde yürütülmekteydi.Bu kadar tehlikeli hastalıklar üzerine şimdide Korona virüsü ile ilgili araştırmalar eklenmiş oldu.

Riems Adası, dünyadaki en eski virolojik araştırma tesisine ev sahipliği yapıyor.

Korona virüsü araştırması dahil Almanya Federal hükumeti, bu adada en tehlikeli virüs ve bakterileri araştırmak için gereken 89 laboratuvar ve 163 ahıra toplamda 300 milyon avro civarında yatırım yaptı.

SARS-CoV-2'ye ek olarak, Ebola veya Kırım-Kongo kanamalı ateşi hastalıklarını araştırmada, bu bütçeye dahildir. Bilim insanları Riems adasında SARS-VoV-2 korona virüsünün tedavisi için ateşli bir şekilde çalışıyorlar .

Virüsü daha iyi anlayabilmek, laboratuvarda yakından gözlemleyebilmek ve sonuçta insanlar üzerindeki aşı ve ilaçları test edebilmek için deneylere uygun hayvanlara acilen ihtiyaç duyuyorlar. Bu konuda en iyi denek hayvanı.örnek bir organizma olarak hizmet edecek hayvan çeşidi olmalıydı. Bu aramada en büyük kriter insan enfeksiyonunu yansıtan, aynı semptomlar gösteren hayvanların olması.

Tüm test serilerinin değerlendirmesi Mayıs başında tamamlandı. Buna göre tavuklar ve domuzlar deney hayvanı olarak uygun bulunmadı. Bu değerlendirme sonucunda, tavuklar ve domuzlar, korona virüs SARS-CoV-2 ile deneyler için deney hayvanları olarak seçilmedi.

Testlerde, meyve yarasalarının ve yaban gelinciğinin virüse karşı oldukça hassas olduğu gözlemlendi. Friedrich Loeffler Enstitüsü sözcüsü, "Bu iki hayvan haricinde öteki denek hayvanlarının virüsü tıpkı insanlar gibi esas olarak solunum yolunun üst bölgelerinde çoğalttıgını, ancak hastalık belirtisi göstermediklerini." dile getirdi.Gelinciklerin özellikle laboratuvar hayvanları olarak en uygunu olduğuna karar verildi.

Korona virüsü ile ilgili araştırmalarda gelincikler, bilim adamları için özellikle uygun laboratuvar hayvanlarıdır, çünkü meyve yarasalarından daha kolay elde edilirler. Ayrıca zaten gelincikler, özellikle grip virüsleri araştırmalarında insanlar için iyi bir model olarak hizmet ediyorlardı. Araştırma enstitüsüne göre, yaban gelinciği SARS-CoV-2 ile özellikle iyi enfekte olabilir, virüsü iyi çoğaltabilir ve aynı türün üyelerine iletebilir.

Çevirmen notu, Araştırmalarda hayvan deneklerin kullanılmasından rahatsızlık duyduğunuzu biliyorum. Bunun ne kadar etik olduğu herkes tarafından zaten tartışılıyor. En azından bütün dünyada insan yaşamını tehdit eden ölümcül hastalıklara karşı kullanılmasını gereklidir. Fakat asıl bizleri rahatsız etmesi gereken boş yere deneylerde kullanılan milyonlarca hayvanın acı çekerek ölmesi olmalı. Hayvanların denek olarak kullanıldığı diğer sektörlerde (deterjan, parfüm, sabun, temizlik maddeleri gibi) ürünler alırken, hayvan deneyi olmadan üretildiğine dair amblem aramanızı rica ediyorum. Milyonlarca hayvanın bu şekilde hayatını kurtarmış olursunuz. Son sözü ise Prof. R. Ryder´a bırakıyorum. “Bilimsel seviyede deney, hayvanlarla insanlar arasındaki benzerlik üzerine kuruludur. Ahlaki zemininde ise bu deneyler aralarındaki farklara dayanılarak haklı gösterilir.”

Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/biologie/coronavirus-flughunde-und-frettchen-sind-fuer-tierversuche-geeignet-13373786

https://www.forschung-und-wissen.de/magazin/die-10-gefaehrlichsten-inseln-der-welt-13372573



Saniyede 70 Trilyon Kare Çekebilen Kamera Geliştirildi.


Bilim ve Teknolojide Yeni Bir Dünya Rekoru

Saniyede 70 Trilyon Kare Çekebilen Kamera Geliştirildi.

ABD'de patentli olan bu inanilmaz hızdaki kameranın öncelikle biyokimya ve temel fizikte kullanılacak olduğunu söyleyebiliriz.

ABD de üretilen bu son teknolojiyle donanımlı kameraya göz kırpacak olsaydınız, bu inanılmaz kısa süre içinde bile kamera bir trilyondan fazla fotoğrafınızı çekecebilecekti.

Bu örnek, California Teknoloji Enstitüsü'nde (Caltech) geliştirilen kameranın ne kadar hızlı olduğunu çok iyi göstermektedir .

Elektrik ve tıbbi teknoloji profesörü Lihong Wang ve ekibi, saniyede 70 trilyon görüntü alabilen ultra hızlı bir kamerazı geliştiren bilim insanları. Gururla sundukları bu kamera o kadar hızlı ki,ışık dalgalarını seyahat esnalarında veya molekülleri tam bozulma anlarında bile kaydedebilir.

Bir femtosaniye için lazer darbeleri

Wang ve ekibinin kamera arkasında geliştirdiği teknoloji sıkıştırılmış ultra hızlı spektral fotoğrafçılık (CUSP) olarak tanımlanıyor. Nature Communications dergisinde yapılan ayrıntılı açıklamada , yeni kameranın birçok yönden aslında eski kameralara benzer olduğu farklı olanın ise, sıkıştırılmış ultra hızlı fotoğrafçılık (pCUP) da denilen teknık ile, saniyede trilyonlarca şeffaf nesne çekebilen faza duyarlı bir cihazı içeriyor olmasının, onu özel kıldığı ifade ediliyor.

Meraklıları için daha da detay verecek olursak, bu yeni CUSP işleminde, sadece saniyenin milyarda biri (bir femtosaniye) süresinde ultra kısa ışık darbeleri yayan bir lazer, bir optik sistem ve çok özel bir kamera birleştirilir. Optikler, çok kısa olan lazer darbelerini daha kısa darbelere böler, böylece bu daha kısa darbelerin her biri kamerada bir görüntü oluşturur.

Kamera biyokimya ve temel fizikte kullanılacak

Kendi ifadelerine göre Wang, yaşam bilimlerinde minyatürleştirmek istedikleri, daha detayli işleyişleri görmek için temel fizik gibi alanlarda yeni ultra hızlı kamerayı kullanmayı istiyorlar.

Wang, "Ultra kısa ışık yayılımı, dalga yayılımı, nükleer füzyon, bulutlarda ve biyolojik dokularda foton taşınması ve biyomoleküllerin floresan çürümesi gibi son derece hızlı çeşitli fenomenleri açıklamada detayli çalışmak için bu kameranın çok ideal bir çözüm olduğunu vurguladı.”


Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/technik/kamera-macht-70-billionen-bilder-pro-sekunde-13373848

Bir Bilim Kurgu Daha Gerçek Oldu

Holodeck teknolojisinden bahsediyoruz.Bilim insanları sonunda, işitilebilir ve dokunsallığı hissedilebilir olan hologramlar geliştirebildiler.

Tüm bilim kurgu hayranlarının beklediği bir mesajdi bu. Onun için bu gelişme bilim insanlari arasında olduğu kadar, bilim kurgu meraklıları arasında da büyük bir heyecan yarattı.

Bilim insanlari, dokunduğunuzda hissedebileceğiniz bir 3D hologramı projelendirebildiler. Hologram ayrıca çeşitli renk tonlari da yayabiliyor.


Bringhton (İngiltere) de gerçekleştirilen bu araştırma gösteriyor ki: Star Trek gibi bilim kurgu dizilerinde olduğu gibi, hologram teknolojisi gelecekte bizlerin de günlük yaşamınin ayrılmaz bir parçası olacak. Ancak Star Trek bilim kurgu dizisindeki gibi, işleyen bir holodeck teknolojisine kavuşmada hala daha yolun başındayız.

Bununla birlikte, İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nden Ryuji Hirayama ve meslektaşları, şimdiye kadar kullanılan hologram teknolojisinde devrim yaratmayı ve Star Trek'in kurgusal holodeck'ine çok daha yaklaşmayı başardılar.

Bilim insanları, yüzeyini gerçekten hissedebileceğiniz üç boyutlu bir hologram tasarladılar. Araştırmacıların Nature dergisinde bildirdiği gibi ayrica bu hologram farklı renk tonlari da yayabiliyor .

Peki bunu nasıl oldu?

İlk olarak akustiği havaya kaldırmayı başardılar. Bu şekilde, ultrasonik dalgalar küçük ışıklı parçacıkları hareket ettirdi ve aynı zamanda havadaki sesler ise dokunsal direnç üretti.

Bilim adamları, 2018'de geliştirilen multimodal akustik tuzak ekranını yeni hologramlarının temeli olarak kullandılar. Bunlar MATD olarak adlandırılan serbest yüzen projeksiyonları sağladılar. Bu tip hologram ile, küçük parçacıklar lazer ışınlarıyla hareket ettirildi ve hedeflenen şekilde de aydınlatıldı.Sonuçta da bu durum insan gözü için bir hologram oluşturdu.

Ancak, burada bilim adamları parçacıkları kontrol etmek için lazer ışınları kullanmak yerine ultrasonik dalgalar kullandılar. Kullanılan ses basıncı, parçacıkları süspansiyon halinde tutan akustik bir alan oluşturdu. Parçacıklar saniyede 100 defaya kadar pozisyon değiştirebildıler. Böylelikle LED'lerin aydınlatması ile göz için görünür, yüzen ve hareketli bir görüntü oluşturuldu. İşte buna hologram diyoruz.

Piyasada bulunan malzemelerle üretilmiştir

Bilim adamları prototiplerini sadece uzman mağazalarda bulunan ucuz malzemelerle tasarladılar. Cihaz yaklaşık bir mikrodalga boyutundadır ve serbestçe düzenlenmiş toplam 512 ultrason hoparlöründen oluşur.

İlk testlerinde, araştırmacılar holografik olarak dönen bir dünyayı tasvir ettiler. Bu dünyanın içinde, harfler, sihirli bir küp ve iç içe geçmiş halkalar bulunmaktadir.

Hologram işitilemez bir sesle üretildiğinden, enerjiyi havada taşır ve orada tutar. Bu, enerjinin bir yan etkisi dokunulduğunda cildi tahriş edebilir.

Bilim adamları hologramı çok ucuza ve sadece ticari olarak temin edilebilir malzemelerle inşa ettiklerini vurgulayarak, hala iyileştirilmesi gereken yerler oldugunu söylediler. Hologram teknolojisi önemli ölçüde geliştirilebilir bir teknolojidir. Örneğin, daha yüksek frekanslar, daha güçlü ultrason hoparlörleri ve optimize edilmiş yazılım, daha net görüntüler ve daha yoğun dokunuşlar sağlayabilir.


Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak: https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/technik/wissenschaftler-haben-hoer-und-fuehlbare-hologramme-entwickelt-13373556

Ay Üssü İnşasında Astronotların İdrarı Kullanılacak


Önümüzdeki yıllarda NASA, ESA ve Çin insanlı bir ay üssü açmak istiyor. Bunun içinde araştırmalara ciddi kaynaklar aktarmaktalar. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarda, astronotlardan alınan idrarın yapı malzemelerinin birleştirilmesinde kullanılabilir olduğu anlaşıldı. .

Önümüzdeki yıllarda, ilk insanlı uzay üssü kuran ülke olmak isteyen NASA, ESA ve Çin, ayda insanlı istasyonlar inşa etmek istiyor . Fakat bu konuda en büyük sorun ise, her şeyden önce, astronotları dünya uydularındaki vakum ve radyasyondan korumak. Bunun içinde kullanılabilen ve düzenli olarak çarpıcı mikrometeoritlere ve sıcaklık dalgalanmalarına dayanacak kadar sağlam ve yeterli malzemenin tedarik edebilmesi zorluğu, aşılması gereken büyük bir engel teşkil ediyor. .

Dünyadan aya malzeme ulaşımın yüksek maliyeti nedeniyle, bilim insanları, uzun zamandır binalar için ay regolitinden yapı malzemesi üretmeyi mümkün kılan yöntemler üzerinde çalışıyor. (Regolit: Kayayı kaplayan gevşek, heterojen, yapay materyaldir. İçerisindeki toz, toprak, kırık kaya ve buna benzer materyaller bulundurur. Dünya, Ay, Mars ve bazi asteroidlerde bulunur.)

Ayrıca yapılan bütün deneyler ve üs projeleri, Ay üssü için kullanılacak yapı malzemeleri ve bu malzemeleri birleştirecek materyallerin mümkün olduğu kadar Ay yüzeyinde malzemeler ile pratik yapilabilir olmasi üzerine kuruldu.

Örneğin, artık bilim insanları regolitten taşı yakma işlemini geliştirdiği bir güneş fırını ile gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla, Üs için gerekli malzemelerin taşınmasının imkansızlığı göz önünde bulundurularak, malzeme yerine, malzeme üretebilen cihazların yapımında ağırlık verilmiş durumda.

Ay`da bolca bulunan regolitinden, inşaatte kullanılacak yapı taşlarını 3D yazıcısıyla üretmek için bir proje geliştirdiler. İşte astronotların idrarının kullanılması fikri de bu yapı malzemeleri üretirken ortaya çıktı. Çünkü, malzemelerin 3D yazıcısında baskı işlemi sırasında malzemenin şekillendirilmesi kolaylaştıran ve daha sonraki süreçlerde bir kırılma ve çatlak olmamasını sağlayan su ve plastikleştirici bağlayıcılarda kullanmanın zorunlu olduğu görüldü. Bu bağlayıcı malzemeler dünyada naftalin veya polikarboksilat`tır. Ancak bunların Ay`a taşınması, kurulacak Üs`sün maliyetini oldukça yükseltmektedir.

İnşaat yapı malzemesinde bağlayıcı olarak idrar kullanma fikri tamda burada devreye girdi.

Temiz Üretim Dergisi'nde yayınlanan bir araştırma, Østfold Üniversitesi'nden (Halden, Norveç) bilim adamlarının Dünya'dan gerekli yapıştırıcı malzemeyi taşımayı önemli ölçüde azaltabilecek sıra dışı bir yaklaşım sunduklar. Geleneksel bağlayıcılar yerine, araştırmacılar astronotların idrarını kullanmayı önerdiler. Çünkü, idrar, hidrojen bağlarını parçalayabilir ve böylece su içeren karışımların viskozitesini azaltabilir.

Çalışmayı yapan bilim insanlarına göre, “ürenin bir plastikleştirici gibi davrandığını varsaymak mantıklıdır. Bu da aynı zamanda bu tür jeopolimerlerin su ihtiyacını da azaltır.” Üre eklemek, yapı malzemesinin bulamacını daha az sıvı ve dolayısıyla daha yumuşak hale getirmek demektir. Dolayısıyla bu sorunun çözümünde en ideal malzemedir.”

Bu fikri test etmek için idrar,inşaat malzemeleri bağlayıcısı olan öteki malzemeler ile karşılaştırmalı testlere tabi tuttular. Bu testler, idrarin ideal bir bağlayıcı olduğunu göstermek için gerekliydi.

Teorilerini test etmek için, bilim adamları bir regolit analoğu önce geleneksel naftalin ve polikarboksilat bağlayıcıları ve daha sonrada üre ile karşılaştırmalı olacak şekilde testler yaptılar. Ortaya çıkan malzemenin ne kadar iyi basılabileceği, ne kadar sürede kürleneceği ve sürekli değişen sıcaklıklarda ne kadar kararlı kalabileceği testin kriterleri idi.

Bu testler, Ay tozunun bağlayıcı olmadan birleştirilmesinin, herhangi bir yararlı sonuç üretmediğini ve tamamen sertleşmeden önce bile çatladığıni, dolayısıyla dayanaksız olduğunu göstermiştir. Onun için bağlayıcı karışımla elde edilen inşaat malzemesi kullanmak önemlidir.

Çünkü, bu şekildeki malzemeler daha az sert ve kırılgandır. Bu nedenle de daha iyi şekillendirile bilinir. Yapılan testlerde kullanılan üre ile bağlanılan yapı taşları sabit kalmayi sürdürdü.

İşte bunun için üre, bilim insanlarına göre, diğer iki yapitasi bağlayıcısı olan naftalin ve polikarboksilat ile karşılaştırılabilir düzeydeydi -

Çalışma sonucunu açıklanan raporda, "ürenin ay jeopolimerleri için umut verici bir katkı malzemesi özelliği olduğu vurgulandı.." Bu nedenle prensipte regolit ve regolite dayanan bir ay istasyonu yapımında ürenin malzeme birleştirici olarak kullanılması ile mümkün olabileceği açıklandı.

Şimdi bilim insanları, ürenin önce idrardan çıkarılması gerekip gerekmediğini veya tam idrarın da işlenip işlenemeyeceğini araştırmak istiyorlar.




Çeviri : İnanç Kaya

Kaynak : https://www.forschung-und-wissen.de/nachrichten/astronomie/urin-koennte-beim-bau-einer-mondbasis-helfen-13373790

Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu

  Venüs'te Yaşam İzleri Bulundu 450 dereceden fazla sıcaklığı bulunan, güneş sisteminin yaşama en düşman gezegeni Venüs`te, nasıl olurda...